"Hiç bu kadar çok misyoner, tüccar, ressam, şair, hekim,
eksantrik kadın ve eski taş meraklısı bir arada görülmemişti.
Dağlılar bundan gurur duyuyorlardı. Hele daha sonra, İngilizler ile
Fransızların doğrudan kendi aralarında savaşmamak için bu
topraklarda savaştıklarını anlayınca daha da gururlandılar.
Ortalığı yakıp yıkan bir ayrıcalık ama ne de olsa ayrıcalık!"
Cezayirli bir romancı bundan 200 yıl öncesine dair böyle bir tasvir
yapıyor. Elbette İslam dünyasında bir toprak parçasından
bahsediyor.
Kurgulanan oyun aynı. Sahnelenen oyun aynı. İnsan fani olmasa
oyuncular da değişmeyecek de, fani işte!
Bundan 500 yıl önce Batı dünyasında bir servet birikmeye başladı.
Kendi değerini kendi içinde üreterek bu serveti biriktirmedi Batı.
Bizden, senin, benim atamdan çalarak büyük bir sermaye
oluşturdu.
Kirli bir sömürge düzeni kurdu Batılılar. Bütün dünyayı bu sömürge
düzenine mahkûm edecek düzenlemeler yaptılar sonra. Bu
düzenlemelerin adı uluslararası hukuk oldu. Kendi aralarında daha
çok sömürmek için savaştılar. Tarihin görmediği kadar büyük
katliamlar yaptılar.
İslam dünyasının birliğini, dirliğini bozarak, bu birliğin,
dirliğin temsilcisi Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalayarak ayakta
kalacaklarını düşünüyorlardı.
Bunun için mücadele ettiler ve başardılar. Parçalanmış, darmadağın
bir coğrafya çıktı karşımıza.
Bugün o coğrafyanın içinde 200 yıl öncesinin sorunlarına muhatabız.
Karşımızda sadece diplomasinin araçlarını kullanarak bizi
bağımlılık düzeni içinde tutmaya çalışan bir uluslararası sistem
yok. Bizi parmaklıklar ardında yaşamaya mahkûm kılmak için çok daha
etkili iki araç kullanıyorlar. Silah ve istihbarat. O gün nasıl
kullanıyorlarsa bugün de aynı şekilde kullanıyorlar. Nasıl ki o gün
bu coğrafyada vekalet savaşları veriyorlarsa bugün de
veriyorlar.
Nasıl ki o gün doğrudan bize silah sıkıyorlarsa bugün de
sıkıyorlar. Nasıl ki o gün "tüccar, ressam, şair, hekim vs. vs."
adı altında aramızda Batı'nın istihbarat ajanları cirit atıyorsa
bugün de atıyor.
Gazeteci kılıklı ajanlardan bahsetmesem olmaz herhalde!
Gelgelelim, 2017'nin dünyasında, İslam coğrafyasında yeni olan bir
şey var. Güçlü ve iddialı bir Türkiye var.
Türkiye'nin bugün geldiği nokta, yakaladığı imkân sadece kendi
halkına ve bugününe ilişkin olumlu bir tablo sunmuyor. Aynı zamanda
bütün İslam coğrafyasına ve yarınımıza ışık tutuyor. O yüzden
diyoruz ki Türkiye düşerse Müslüman dünya düşer.
Kim ne derse desin bugün İslam dünyasının en önemli sermayesi güçlü
ve iddialı Türkiye'dir. Türkiye'de elinde kamu otoritesi olan her
aktörün bu gerçeğin farkında olması, tarihsel bir sorumluluğu
yüklendiğinin farkında olması gerekir.