Birazdan çok önemli bir gerçeği gözler önüne sereceğim. Türkiye
hakkında mühim bir bilgi paylaşacağım.
"Türkiye" bir adanın yahut mahallenin değil, bir ülkenin
adıdır.
Evet, Türkiye dünyadaki 194 ülkeden biridir.
Sıradan da bir ülke değildir Türkiye.
Dünyanın ilk 20 ekonomisi içinde yer almasının yanı sıra kayda
değer bir bölgesel aktördür.
Türkiye çevresine etki eden, çevresinden de etkilenen bir
aktördür.
Şimdi bu basit cümleleri neden mi kuruyorum?
Nedeni şu.
Son dönemde görüyoruz ki içerideki ve dışarıdaki Erdoğan karşıtları
Türkiye'yi bir ülke olarak değil, tanımlanamayan bir garip cisim
gibi resmediyorlar.
Yeri geliyor Türkiye'nin bir özne, kendi adına karar verebilen bir
aktör olduğunu görmezden geliyorlar, yeri geliyor Türkiye'nin
bölgesindeki ve dünyadaki gelişmelerden etkilenme potansiyelini
hiçe sayıyorlar.
Oysa Türkiye küresel alandaki gelişmelere, tehdit ve imkânlara göre
pozisyon alan, alabilen bir ülke.
Küresel alandaki kavganın giderek belirgin hale geldiği bir ortamda
Türkiye kendini güvende tutmaya gayret sarf ediyor.
Öyle bir dünyadayız ki artık gele - neksel Batı kimliği
parçalanıyor.
ABD ve Avrupa belirgin şekilde ayrışıyor.
ABD geleneksel müttefiklerini kaybederken Avrupa günden güne
Almanya, Fransa ve İngiltere'nin yoğun çekişmesine sahne
oluyor.
Birleşmiş Milletler'in ve NATO'nun işlevsiz hale geldiği yeni bir
düzen içindeyiz.
Bu uluslararası düzende Çin ve Rusya giderek artan bir etkiye
sahip.
Ortadoğu ise tam bir mücadele sahası.
Ortadoğu'daki çatışmalar dünya düzenindeki kırılmanın doğrudan bir
yansıması.
Küreselleşme paradigmasının düşüşe geçtiği, serbest piyasa
ekonomisinin sorgulandığı bir ekonomik düzen var karşımızda.
Borsalarda yaşanan kırılganlıklar, dolara karşı güven kaybı ve buna
mukabil kripto paraların giderek değerlenmesi bu düzenin
unsurlarından bazıları.
ABD'nin savunma sanayindeki egemenliğini yitirmeye başlaması yeni
küresel düzenin bir başka unsuru.
Bu düzen artık tek bir gücün hegemonya kuracağı bir düzen değil,
büyük güçler belirli alan ve coğrafyalarda üstünlük kuracaklar.
Türkiye'nin dış politika adımlarını eski düzene yani küreselleşme
paradigmasının egemen olduğu, Batı'nın birliğini sürdürdüğü ve
Amerikan hegemonyasının tartışmasız kabul gördüğü bir düzene göre
atmasını bekleyenler büyük bir yanlış içinde.
Daha doğrusu Türkiye'den bunu bekleyenler onu büyük bir yanlışa
sürüklemenin derdinde.
Oysa Türkiye hem küresel eğilim ve zorunlulukları hem de bölgesel
krizleri hesaba katarak hareket ediyor.
Elbette bu ortamın kendisi için bir dizi fırsatı da beraberinde
getirdiğini görüyor.
Bunun için yapılması gereken inisiyatif almak, R. Tayyip Erdoğan'ın
yaptığı gibi ülke çıkarlarını esas alan kararlı bir politika
yürütmek.
Bunun önüne geçmeye çalışanlar ya kötü niyetlidir, ya da saf...