Son bir hafta içinde hem İngiltere başbakanı hem de Almanya
başbakanı Türkiye'yi ziyaret etti. Biri, Avrupa Birliği'ni krize
sokan ülkenin, diğeri ise AB'yi toparlama vazifesini kendinde gören
ülkenin başbakanı.
Her ikisi de Türkiye'nin öneminin farkında. Türkiye'den son derece
somut beklentileri var ve bu beklentilerine karşılık bulmak için
Ankara'nın yolunu tuttular.
İngiltere Başbakanı Theresa May'in ziyareti daha verimli bir
ziyaretken, Almanya Başbakanı Angela Merkel'in ziyareti tatsız
tuzsuz bir ziyaret olarak kaldı. İngiltere, serbest ticaret
anlaşmalarının etkisizleşmeye, uluslararası birliklerin zayıflamaya
başladığı bir dönemde ikili ilişkilerini geliştirmeye yönelmiş
durumda. İngiltere'nin yeni yönetimi, Trump'ın baş stratejisti
Stephan Bannon'un "ekonomik milliyetçilik" olarak ifade ettiği yeni
ekonomik düzeni şimdiden benimsemiş durumda. Liberal fantezilerle
vakit kaybetmeden Türkiye'yle de bu çerçevede rasyonel bir ilişki
kurmanın yoluna bakıyor.
Gelgelelim Almanya'nın Türkiye'ye karşı tutumunda benzer bir
rasyonalite söz konusu değil. Merkel'in perşembe günkü ziyareti bu
irrasyonalitenin zirve yapmış şekliydi. Her şeyden önce şunu
belirtelim. Almanya, şu anda gerçekten zor durumda. Alman hükümeti
ABD'nin desteğini yitirmeye başladığını, bu destek olmaksızın da
ekonomi ve güvenlik anlamında ciddi risklerle karşı karşıya
kalacağını biliyor.
Trump, her ne kadar Merkel'le ilgili olumlu sözler sarfetse de,
Almanya'nın Rusya karşısındaki "pısırık" tutumunu, Ukrayna
krizindeki "etkisiz" tavrını çok net biçimde de eleştirdi.
Dahası Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin NATO'ya çok
daha fazla katkı vermesi gerektiğini de vurguladı. Gittikçe
sertleşen küresel siyaset ortamında Almanya Avrupa'nın yükünü daha
fazla sırtlanmak zorunda kalacak.