Birkaç gün önce yolum bir vesileyle Beyoğlu'na, İstiklal
Caddesi'ne düştü. Caddenin ortasında bir kitapçıya girdim. Belki
de, "girme gafletinde bulundum" demeliyim. Bulunmaz olaydım. Mekâna
adım atar atmaz kitap dolu bir masa sizi karşılıyor.
Üzerinde yeni çıkan kitaplar var.
Bilmeyenler için söyleyeyim, TÜİK istatistiklerine göre Türkiye'de
her ay ortalama 4500 kitap yayımlanıyor. Bu kitapların yaklaşık
dörtte biri ders kitabı.
Gerisi edebiyat, tarih, sosyoloji, dini ilimler vs.
Diyeceksiniz ki dükkân sahibi ne yapsın? Hepsini koyacak hali yok
ya!
İçlerinden bazılarını seçecek! Haklısınız, seçecek! İşte o seçme
ameliyesi çok önemli. Eğer ki sadece devlet düşmanlığı yapan,
terörü ve şiddeti öven, bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı'na
hakaret etmeyi alışkanlık haline getirmiş isimlerin kitapları
seçiliyorsa orada bir kasıt var demektir.
Ben de işte o kasıta işaret ettim. O masanın bir köşesinin
fotoğrafını çektim ve şu mesajla birlikte sosyal medya hesabımdan
yayınladım. "Yeter artık! Yerli ve milli bir kültür politikasının
vakti gelmedi mi? İstiklal Caddesi'nin göbeğinde bir kitapçıdan..."
Paylaştığım görselde 5 adet kitap göze çarpıyordu. Bunlardan biri
Selahattin Demirtaş'a, biri İdris Balüken'e, biri Eren Erdem'e, bir
başkası da Elif Şafak'a aitti.
O fotoğrafta yer alan diğer kitabın başlığı ise Akademisyenlerden
KHK Öyküleri'ydi.
Eren Erdem'in kitabının başlığı ise tam bir fecaatti: Diktatör
Devirme Sanatı. Kitabın kapağına baktığınızda ilk gözünüze çarpan
Erdoğan'ın çizimi. Diğer bir kitap, devlete katil diyen bir
bildiriye imza attığı için devlet üniversitelerinden atılanları
aklama derdinde. Ötekiler de malum işte.
Bu manzara bir kültür politikasının ürünü. Bu topraklara, bizim
değerlerimize, bu millete düşman bir politikanın sonucu. Batıcı bir
kültür politikasının yansıması.
Uzun yıllara sari bir politika bu.
Muharrem İnce'nin seçim gecesi kaçırıldığına inanan kitleyi yaratan
da bu politika.
Toplumun bir kesimini bu ülkenin değerlerine düşman haline getiren
de.
Bu bahsettiğim manzara bir tercihin sonucu. Burada yerli ve milli
kültüre düşman bir yaklaşım var. Bunu eleştirmekten, daha makul,
daha meşru ne olabilir?
Ben de bunu yaptım. Eleştirdim. Bir yandan bu durumu eleştirdim.
Öte yandan da özeleştiri yaptım. Bana dönüp de "geçmiş 16 yılda AK
Parti bu alanda ne yaptı" diye soranlara da cevabım budur. Boşuna
mı yerli ve milli bir kültür politikası üretememiş olmamızdan
duyduğum üzüntüyü dile getiriyorum!
Ben bunları yazınca yer yerinden oynadı. Hem HDP'li hem CHP'li PKK
sempatizanları çıktılar sahneye.
FETÖ'cüler girdi devreye. Önce sosyal medyada, ardından kendi
mecralarında yayınlar yaptılar.
En militan halleriyle ve büyük bir özgüvenle saldırıya geçtiler,
ağza alınmayacak hakaretler ettiler. Dahası hedef gösterdiler,
susturmaya, geri adım attırmaya çalıştılar.
Cürümleri kadar yer yakarlar. Bunlara pabuç bırakacak değiliz.
Fakat ortaya çıkan enerjiyi görünce ne kadar doğru bir yere
vurduğumu daha iyi anladım. Bir de neyi anladım biliyor musunuz?
Bunlar sadece "bu düzene dokundurtmayız" mesajı vermiyorlar, aynı
zamanda bu milletin kahir ekseriyetini cahil ve kültürsüz
görüyorlar.
Uzun yıllar kitap yayıncılığı sektöründe çalıştım. Kitaplar yazdım,
dergiler çıkarttım.
Kültürel çalışmalar, sosyoloji, iletişim alanında dersler verdim.
Bu süreçte gördüm ki kültürel üretim alanında mafyatik bir
örgütlenme var. Batıcı ideolojiden, millet düşmanlığından beslenen
bir yapı bu.
Kim ne derse desin, bugün Türkiye'de kültür endüstrisini elinde
bulunduran mafyatik bir düzen var. Bu düzen dağıtılmalı.
Bu düzen kendi kültürüne, milletine, devlete düşman
yetiştiriyor.
Başlangıç noktasını da söyleyeyim mi?
Bu kirli düzenin aktörlerini kayırmayı bırakalım.
Aşağılık kompleksinden vazgeçip, özgüvenli olalım. Gerisi gelir.
Nasıl ki siyasal alanda bir normalleşme ve demokratikleşme yaşandı.
Aynısı kültürel alanda da yaşanmalı...