İki gündür dönüp dönüp tekrar izliyorum. Gözlerime, kulaklarıma
inanamıyorum. Fakat gerçek. İsrail gerçeği. İsrail'in nasıl bir
terör devleti olduğunun kanıtı. Bir muhabir İsrail hükümet
sözcüsüne soruyor. "Neden İsrail güçleri Gazze'de Filistinli
protestocuları öldürüyor?" İsrail hükümet sözcüsü bir seri katil
rahatlığıyla cevap veriyor. "Bu insanların hepsini hapse atamayız
ya, burada sınıra dayanmış yüzlerce insandan bahsediyoruz"
diyor.
Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan Davos'ta boşuna mı demişti, siz
çocukları öldürmeyi iyi bilirsiniz diye. İsrail o tarihten bu yana
birçok katliam yaptı, cinayet işledi. Esasında sistematik şekilde
soykırım uyguladı. İsrail ABD'nin kendisine sağladığı konforlu
alanda hareket etti. O günden bugüne İsrail "ne yaparsam yanıma
kâr" anlayışıyla yol yürüdü. Dünya sessiz kaldığı, bu katliamlara
dur demediği için yaşandı bunlar.
İsrail'in 2012'de Gazze'de yaptığı katliamı bugün kaç kişi
hatırlıyor? Kadın, çocuk demeden 400'e yakın Filistinliyi
katletmişti İsrail. Ondan iki yıl sonra yine böyle bir Ramazan
ayına girerken İsrail Gazze'ye ve Batı Şeria'ya saldırdı. Ramazan
boyunca bu iki şehri bombalayıp durdu İsrail.
İsrail'in bu alçakça saldırıları sonrasında Filistinliler 200'ü
aşkın şehit verdi, binlerce masum insan yaralandı.
İsrail 2014'ten bu yana bölgemizde yaşanan gelişmeleri kendisi için
bir fırsat olarak gördü. Batılı güçler 2013'ten itibaren bölgemize
yeni bir dizayn verme arayışı içine girdiler. Başlıca varsayımları
şuydu. Eğer Ortadoğu'daki demokratikleşme dalgasına set çekilmez,
bu dalga kendi başına bırakılırsa o takdirde dindar toplum
kesimlerinin kaygılarını merkeze alarak siyaset yapan aktörler bir
bir iktidara taşınırlar.
İşte bu çıkarım, yani Arap baharı olarak adlandırılan
demokratikleşme dalgasının İslamcılara yarayacağı tezi bizzat
İsrail tarafından dile getirildi ve Batı'daki İsrail lobisi eliyle
bu sürecin tersine çevrilmesi için adımlar atılmaya başlandı. Son
derece dikkat çekici bir biçimde ilk adım Türkiye'ye karşı atıldı.
Halbuki Türkiye'de yeni bir süreç yaşanmıyordu. 2013'e gelindiğinde
Türkiye 10 yıl önce başlattığı demokratik dönüşümü tamamlamak
üzereydi.
Sorun da buradaydı. Türkiye Ortadoğu'daki demokratikleşme dalgası
için bir model olarak görülüyordu. O nedenle ilk müdahale
Türkiye'ye yapıldı. Gezi kalkışmasının arkasında yatan gerekçe
buydu. Daha sonraki müdahalelerin arkasında da aynı gerekçe vardı.
Türkiye'de Gezi kalkışmasıyla başarılı olamadılar ancak ondan bir
ay sonra Mısır'da bir askeri darbe yaparak demokratikleşme
dalgasını engellediler. Mısır'da yapılan askeri darbe sadece
Mısır'daki demokratikleşme dalgasının önünü kesmedi, aynı zamanda
Ortadoğu'daki diğer ülkelere de bu darbeyle bir gözdağı verilmiş
oldu.
Bu süreçte Suriye krizi derinleşti. DEAŞ terör örgütü Irak'ta ve
Suriye'de geniş topraklar elde etti. Bu ortamda dindar toplum
kesimlerini temsil eden siyasi aktörler neredeyse bütün Ortadoğu
bölgesinde gayrı meşru görülmeye başlandı. İsrail bu süreçte bir
yandan güç biriktirdi, diğer yandan işgalci politikalarını
sürdürdü. Yeri geldiğinde gözünü kırpmadan katliam yaptı. Bardağı
taşıran son damla ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak
tanıdığını ve büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyacağını açıklaması oldu.
İsrail bunu büyük bir fırsat olarak gördü ve katliamlarına hız
verdi.
Dün olduğu gibi bugün de bu katliamlar karşısında duran, İsrail'in
soykırım yaptığını haykıran en önemli güç Türkiye. Ne var ki bugün
dünden farklı olarak Türkiye'nin etki kapasitesi çok daha gelişmiş
durumda. Artık Türkiye sadece kendi tepkisini ortaya koyarak
Filistin davasına hizmet etmiyor.
Aynı zamanda İsrail'in zulmüne karşı bütün dünyayı ayağa
kaldırıyor. Dün İstanbul'dan, Yenikapı'dan yükselen ses sadece
İstanbul halkının değil küresel vicdanın sesiydi. İşte bu ses
zalimleri boğacak olan sestir!