Deizmle ilgili olarak buna benzer bir yazı daha yazmıştım. Burada konunun başka bir yönüne değinmek istiyorum. Müslümanlar arasındaki fikri vuruşmalar şiddetini artırarak devam ediyor. Bunu elbette hayırlı bir gelişme olarak göremeyiz, ama içinde birçok hayır barındırdığı da kesindir. En azından tembellerimiz uyarılıyor, okumadan bilmeden anlamadan bu işlerin hallolmayacağı anlaşılmış oluyor.
Eğer vaktiyle felsefe kafaları karıştırmış olmasaydı Mutezile olmazdı, Mutezile olmasaydı Eş’arî, Matüridi ve Gazali gibi mütefekkirlerimiz olmazdı.
Ben burada gözlemlerime dayalı olarak bir hususu anlatmaya çalışacağım.
Din bir ideoloji değildir. Akla elbette önem verir, akıl olmadan din de olmaz. Aklını kullanmadan din de anlaşılmaz. Ancak dinin sabiteleri akılla oluşmuş değildir. Akıl onları öylece bulamazdı, onlar Allah’ın vahyine bağlıdır.
Dinin esası iman ve teslimiyettir. Mümin ve Müslüman olmak da budur. Bunun ikisine birden kulluk/ubudiyet denir. Kulluk, bir olan Mabud’a O’nun istediği gibi inanıp, yine O’nun istediği ibadetlerle O’na teslimiyetini göstermektir. İmanda ve olmazsa olmaz amellerde eksiklik olursa dini anlamada da eksiklik olur. Yaşanmayan şey doğru anlaşılmaz. Yaşanılan, olması gerekenin yerine geçer. Böyle olursa roller değişir ve vahyin otoritesini akıl kapmaya başlar.
Akıl ilahi bir güçtür, bu sebeple kendini azade bilip ilahın kontrol ve yönlendirmesinden çıkarsa kendisi ilahlaşmaya kalkışır. Bu kontrolü sağlamanın tek yolu her an Allah’ı hatırlama/zikir ve O’nun rızasına aykırı düşüncelere sahip olmamaya gayret göstermedir. O’nun bilgisi ve kudreti karşısında aczini görüp sübhaneke diyerek haddini bilmedir.