Dinin sabiteleri ve sabite olmaya çok yakın genel ilkeleri bellidir. Bunlara ‘zarurat-ı diniyye’ yani dinden olduğu kesin olarak bilinen şeyler denir. Böyle olan şeyleri inkâr küfür sayılır. Ancak bir inanış ya da fiilin küfür sayılması, onun sahibinin tekfir edilmesini gerektirmeyebilir. Bu konudaki kural şudur: ‘Tevil olan yerde tekfir olmaz’. Yani zarurat-ı diniyyeden olan bir şeyi kişi aslen inkâr etmedikçe onu başka bir manaya yorması, hata olsa bile onun tekfirini zorunlu kılmaz.
Buradaki konumuz açısından ‘zarurat-ı diniyye’ şunlardır; insanoğlunun atası Âdem’dir. Âdem farklı kademeleriyle topraktan (türab, tîn, hamein mesnun, salsal) tam bir insan olarak yaratılmıştır, başka bir canlıdan evrilmiş değildir. Eşi de kendisinden yaratılmıştır. Diğer bütün insanlar bu ikisinden olmuş ve dünyaya dağılmışlardır. İşte ayetlerle sabit olan budur. Allah bize, ‘sizi topraktan yarattık’ derken de kast edilen şey, bizim yaradılışımızın başlangıcı olan atamız Âdem’in topraktan yaratılmış olmasıdır. Her canlı sudan yaratıldığına göre, Âdem’e ruh üflenmesi aşamasında su da vardır. ‘Biz insanı karışık bir nutfeden, ya da bir sudan yarattık’ denmesi ise Âdem ve Havva’dan sonraki insanların hep böyle bir sudan yaratıldığını anlatır. Allah’ın geçerli kanunu budur. Bu durum dinen de aklen de ilmen de böyledir. Ne var ki, Allah’ın kendisi bu kanuna uymak zorunda değildir. Nitekim Âdem’i böyle karışık/döllenmiş bir sudan değil de topraktan yarattığı gibi, İsa’yı (sa) da yine böyle bir sudan yaratmamıştır. Şimdi bu yaradılış kanununu Allah bize böyle açıkça bildirdikten sonra faraza birisi çıkıp, bu aşamalardan sadece birini başlangıç sayarak; ‘mademki, Allah insanı böyle bir sudan/döllenmiş yumurtadan yaratmıştır, yumurtanın döllenmesi için de bir erkeğin ve bir kadının bulunması gerekir, Âdem de bir insandır, o halde onun yaratılması da böyledir, demek ki, onun da bir annesi ve bir babası vardır’ diyecek olsa, bu üzerinde durmaya değmeyecek bir iddia olmaz. Biz bunu tartışmıyoruz. Tartışmaya da değmez. Bizim sözünü etmek istediğimiz şey Âdem’den önce başka âdemlerin olup olmadığı meselesidir. Bunu neden mesele ediniyoruz. Çünkü bazı insanlar böyle fantezileri dillendirmekten zevk alabiliyorlar. Şu ayeti kerimeyi de kendilerine dayanak ediniyorlar:
‘Hani Rabbin meleklere; ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti de onlar, orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın! Biz seni hamd ederek tespih ediyor, tenzih ediyoruz demişlerdi. Rabbin de, ben sizin bilmediklerinizi biliyorum demişti (Bakara 30). Bu ayetteki dayanak noktası şurasıdır:
Melekler Âdemoğlunun yeryüzünde fesat çıkaracağını nereden biliyorlardı? Demek ki, Âdem’den önce de başka Âdemler vardı ve onlar böyle yapmışlardı ki, melekler bunu biliyor olsun. Halife kelimesi de bunu destekler; çünkü halife, birisinin yerine geçip onun adına iş gören demektir. O halde Âdem, bir başka âdem’in yerine gelmiş olmalıdır. Böyle düşünülmüştür, ama delilsiz olarak düşünülmüştür.
Bu tahminler bir süre sonra Şia’da, ‘siz Âdem’in kaçıncı Âdem olduğunu biliyor musunuz’ gibi rivayetlere dönüşmüş ve bizden bazılarına da cazip geldiği için bu rivayetleri onlardan alıp dillendirmişler, ama bunların hiç birinin sahih bir aslı yoktur. Hatta Şii bir yazar diyor ki, bu rivayetler sadece bizde vardır, Sünnilerde yoktur. Ama İbn Arabî bunu bizden alıp kaynağını söylemeden rüyamda böyle gördüm diye anlatmıştır.
Oysa muhtemeldir ki daha önce gelip fesat çıkaranlar cinlerdir, ya da Allah meleklerle böyle bir muhavere yaptığına göre Âdemoğlunun gelecekte neler yapacağını da onlara anlatmıştır, onlar da buna istinaden böyle bir soru sormuşlardır. Ayette sözü edilen ise bu muhaverenin sadece bu kısmıdır. Ya da Allah, ‘ben bir halife yaratacağım’ buyurunca melekler, halife ara bulucu, düzen sağlayıcı demektir, demek ki, onun nesli yaramazlık yapıp fesat çıkaracak diye anlamış, onun için böyle söylemişlerdir. Yahut da onlar buna Levh-ı mahfuz’dan muttali olmuşlardır.