Çok eskiden beri şöyle bir iddiam vardır: Eğer siz kitaplarda gördüğünüz her şeye İslâm diyorsanız, bana bir İslâm ısmarlayın, helallerinizi haramlarınızı kendiniz listeleyin ve kendinden bir şey katmadan bana böyle bir İslâm yap deyin, ben bunu yapabilirim. Ama elbette o İslâm olmaz, olsa olsa yonga ve talaş gibi bir şey olur. Neden yonga aklıma geldi. Çünkü İslâm’ı bir atölyeye benzetirsek orada pek çok makine çalışır, ağaçları yontar, rendeler, cilalar ve onları harika aletler olarak kullanıma sunar. Planyaların, tesviye makinelerinin artıkları ise talaş olarak atılır. Bunlar ya yakılır ya da en iyi ihtimalle, ileride lazım olur diye bir depoya yığılır.
Tarih boyunca İslâm atölyesinde işlenen bütün fikirlerin yongaları sayılan şaz fikirler dahi atılmamış, bir tarafa kaydedilmiş, ama sevad-ı azam, ana damar, ana atölye orta çizgiyi hep muhafaza edegelmiş, İslâm’ın bütünlüğünü korumuş. İcmaın bir anlamı da budur. İslâm’ın bozulmadan sürmesinin garantisi de bu ittifaktır. Resulüllah (sa), ümmetin ihtilafı halinde bu ana damara, sevad-ı azama tutunmasını emreder.
Tarihte bu aykırı fikirlerin atılmayıp kaydedilmesinin iki temel sebebi olabilir. BİR: Fikre ve düşünceye verilen değer, İKİ: Günün birinde onlardan da yararlanma imkânının çıkma ihtimali. Ancak bu ihtimalin sıhhati de yine ancak cumhurun kabulüyle belli olur.
Mesela koskoca Ebu Hanife, muhtemelen kendi zamanındaki yönetimin Fars asıllı zimmilere karşı baskıcı yönetimine kızdığı için Fatiha’nın Farsça tercümesi ile de namaz kılınabileceğine fetva vermiş. Ama ardından, başta kendi müçtehit öğrencileri olmak üzere bütün fukaha meseleyi tartışmış ve bunun asla caiz olamayacağı kanaatine varmışlar. Böylece bu konuda İslâm âlimleri arasında icma gerçekleşmiş. Bu sebeple biz icmaı anlatırken sahabe döneminden sonra da icmaın vaki olabileceğinin nadir örneklerinden biri olarak bu olayı gösteririz.
Ebu Hanife’nin böyle herkes tarafından reddedilen ikinci bir görüşü daha vardır. Bilindiği gibi o Kur’ân-ı Kerim’de yasaklanan hamr’ı/şarabı sadece üzümden ve hurmadan yapılan içki olarak görür. Diğerlerinden yapılan içkiler ona göre hamr değildir, hükümlerinde farklılık vardır. Muhtemelen Ebu Hanife bu konuda varid olan ‘çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır ve hamrdır’ hadisini duymamıştı. Ama yine kendi öğrencileri ve diğer bütün fukaha onun bu görüşünün isabetsiz olduğu ve hadisi şerifin söylediğinin asıl olduğu konusunda ittifak/icma etmişlerdir. Bu da yine sonradan oluşabilecek icmaa bir başka örnektir.
Hanefi mezhebinin büyük fıkıhçılarından Serahsî ve Kâsânî, kendi imamlarının bu görüşlerini onun adına bütün ihtimalleriyle öyle bir savunurlar ki, bunun doğru olduğunu ve onların da bu kanaate varacaklarını sanırsınız. Ama sonunda usul izleyerek büyük imamın bu görüşleriyle amel edilemeyeceğine, bunun yanlış olduğuna hükmederler. Ve İslâm, Resulüllah’tan günümüze cumhurun, sevad-ı azamın çabalarıyla hep müstakim olarak gelir.