Önce bu sempozyum kelimesi yerine anlamlı bir yerli kelime bulamadığım için üzgünüm. Fareye sağ tıkladığınızda teklif edilen ‘bilgi şöleni’ bunu hiç karşılamıyor, çok uçarı kalıyor.
Geçen cumartesi günü Bağlarbaşı Kongre Merkezi'nde Kuran Çalışmaları Vakfı'nın İlahiyat Fakültesi ile birlikte düzenledikleri Vahyi konu alan bir sempozyuma katıldım. Başarılı bir icra idi, hem vakfı hem tebliğ sahibi hocalarımızı tebrik ediyorum. Ayrıca salonu tıklım tıklım dolduran izleyicileri de.
Önce şu kanaatimi paylaşayım; artık dini konulardaki akademik çalışmalar kademe atladı ve çok ümit verici entelektüel bir düzeye ulaştı. Çok istifade ettim. Artık sıra, gereğinin yaşanmasında.
Ancak bu sempozyum vesilesi ile dikkatimi çeken bir hususu sizinle paylaşmak istiyorum. Hayır, sempozyumun eleştirilecek noktasını aramıyorum. İşin tabiatı tam da bu yaptıkları idi. Bildiri sahibi akademisyen hamasi nutuk atmaz, duygulara hitap edip vitrine oynamaz. İlmî tespitlerini ve tereddütlerini ortaya koyar, ihtimalleri tartışır. Onlar da istisnasız bunu yaptılar ve çok da güzel yaptılar.
Ama durum böyle olunca ilmi çalışmaların tabiatına aşina olmayan izleyiciler İslam’ın sabit doğrularının olup olmadığı konusunda tereddüt yaşayabiliyorlar. Kuranıkerim’in yazılması, bize intikali, anlaşılması, vahyin mahiyeti hep böyle tartışmalı ve göreceli midir, bunun hiç kesin doğruları, orta çizgisi yok mudur diye rahatsızlık duyabilirler. Bu da tabiidir.
Eğer İslam’ı bir bütün olarak anlamada temel prensiplerimizi bilmezsek bocalar ve görecelik girdabına savruluruz. İslam ya da Kuranıkerim herkesin kendi anladığıdır gibi bir garabet yaşarız. Oysa durum böyle değildir. İslam’ın bu farklı anlamalara müsait olması ve buna imkân tanıyıp izin vermesi, hatta teşvik etmesi aklı ve düşünceyi işlevsel hale getirmek, bunu gücünün yettiği yere kadar kullanmak içindir. Bununla birlikte Müslüman insanın müminlerin tuttuğu yoldan başka bir yola girmeme gibi bir imtihanı ve sorumluluğu da vardır. Anlamak için bütün ihtimalleri hesaba kat ve tartış, ama yaşamak, uygulamak ve İslamî olanı belirlemek için sevad-ı azamdan ayrılma. Ta ki, nefsinin arzularını, aklını ve egonu öne çıkarmış, putlaştırmış ve kendini ilahlaştırmış olmayasın. Her şeyi ben bilirim, benim bildiğim mutlak doğrudur demeyesin. Kısaca haddini ve hududunu bilesin. ‘Siz hiç arzularını ilah edinen ve ilmine rağmen Allah’ın saptırdığı insanları görmüyor musunuz?’.