Bendeniz doğru olanın şu olduğunu düşünüyorum: Pespaye
Dini, yanlışlara cevap vermekle anlatmaya kalkarsanız bunu başaramazsınız. Çünkü doğru birdir, yanlış sonsuzdur. Sonsuz yanlışa cevap verme imkânınız olamaz. Doğru, yapmaktır, yanlış yıkmaktır. İnsan bir anda bütün bir binayı yıkabilir, ama onun yapılması çok uzun zaman alır. Bir müminin hedefi hakikati ortaya koymak olmalıdır, her yanlışın yanlış olduğunu ispat etmek değil. Esas olan hakikatin anlaşılmasıdır.
Bu sebeple olsa gerek, Allah buyurur ki, ‘De ki, hak geldi mi batıl yok olur. Çünkü batıl yok olmaya mahkûmdur’ (İsra 81). ‘Biz hakikati batılın üzerine bomba gibi atarız da batılın beynini parçalar ve bakarsınız, yok olup gitmiş’ (Enbiya 18).
Bundan şunu anlayabiliriz: Batılın/yanlışın yok edilmesi, ancak hakikatin ortaya konmasıyla mümkündür. Batılın yanlışlığını başka yollarla ispat etmek zordur ve uzun zaman alır. Bu sebeple bendeniz, tam başaramasam da şunu prensip edinmeye çalışıyorum; birilerinin yanlışlarına cevap yetiştirmektense, doğrunun ne olduğunu ortaya koymak daha kestirme olur. Üstün gelme mücadelesi anlamındaki ‘mirâ’ da bunun için yasaklanmış olmalıdır. Eğer bunu prensip edinirseniz nefsinizin/egonuzun kabarmasından ve ona kulluk etmekten de kurtulmuş olursunuz. Çünkü nefis, insanın içerisine Mabudun bir antitezi olarak konmuştur, O’na değil, sürekli kendisine itaat edilmesini, yani ilahlaştırılmasını ister. Boş kaleye gol atmak başarı görülmesin diye nefse böyle bir tabiat verilmiş olmalıdır.
Esas olan budur, ancak bazen batıl önünüzü keser, yolunuzu tıkar ve o zaman onun ortadan kaldırılması öncelik kazanabilir. ‘La-ilahe’ demeden, ‘illellah’ diyemezsiniz. İmam Rabbanî’nin dediği gibi, önce lâ süpürgesiyle ortamı temizlemelisiniz ki, ‘illellah’ı böyle temiz bir mekâna yerleştirebilesiniz. O zaman ‘def-i mazarrat celb-i menafi’den’ evla olur.
Ama karşınızda usulden, âdaptan, ayetten, hadisten, ‘şeaire tazim’den anlamayan bir demagog varsa sizin önce bu kadar pisliği temizleyip yerine hakikati dikmeniz mümkün olamaz. O zaman onu kendi şeytanlarıyla baş başa bırakır, salt hakikati anlatırsınız. Artık Kuranıkerim ifadesiyle ‘dileyen iman eder, dileyen inkâr eder’ (Kehf 29).