Fıkıh konusunda herkes kendi penceresinden gördüğünü söylüyor. Bazıları fıkıh bizim meselelerimizi halletmez diyor, bazıları fıkhı çok sert ve köşeli buluyor. Bunların fıkhın ne anlama geldiğini çok iyi bilmemekten kaynaklandığını sanıyorum. Çünkü fıkıh dediğimiz şey zaten iyi anlama demektir, fıkıh anlamanın özel bir boyutudur. İnsanın bulunduğu hal ve şartlara göre Allah’ın kelamını, onun açıklaması olan sünnet örneğiyle anlama ve yaşadığı problemlere onlardan çözüm bulma demektir.
Tarih boyunca fakihler hep bunu yapmışlardır. Günümüzde de bu anlamda fıkıhçı olanlar yine bunu yapmaya çalışmaktadırlar, ya da böyle yapmalıdırlar. Yoksa sanıldığı gibi fıkıh, geçmişte yazılan fıkıh kitaplarında kaydedilmiş görüşler, içtihatlar, hal çareleri ve onların ezberlenmesi ve olduğu gibi günümüze aktarılması demek değildir. O görüşlerin her biri doktorların hastayı dinledikten sonra ona verdiği reçetelere benzer. Hiç bir hastanın reçetesi diğerine uyumaz.
O halde fıkıh bugün bizim meselelerimizi halledemez demek fıkhı yanlış anlamaktır. Böyle söylemek, Kuranı Kerim’i ve sünneti yaşadığımız şartlara göre iyi anlamak bizim meselelerimizi halledemez demekle eş anlamlıdır. Geçmişte fıkıh adına söylenen her düşüncenin bütün zamanlar ve mekânlar için geçerli olacağını ve bunun her meseleyi halledebileceğini sanmak bazılarımızı, fıkıh bugün bizim meselelerimizi halledemez kanaatine götürüyor.
Bunun bir başka sebebi de şu olabilir: bilindiği gibi fıkıh bir bakıma mühendisliktir, hukuktur. Yürümekte olan hayatın helal haram, hak hukuk koordinatlarını belirlemedir. Yani fıkıh binalardaki statik hesaplaması gibi bir şeydir, yapılan bir işin İslam çerçevesinden çıkmamak üzere nereye kadar gidebileceğini, ne kadar yük taşıyabileceğini hesaplamanın adıdır. Çünkü her şeyin bir sınırı vardır. Sınırını geçtikten sonra o şey, o şey olmaz. İslam’ın da zamana ve mekâna göre esnetilebilecek bir tevil dairesi vardır. İşte bu dairenin sınırlarını belirleyen disiplin ya da ilim fıkıhtır.
Fakat bazı anlayışlar kendilerini çok daha özgür hissedebilmek için düşüncelerine hiçbir sınırın çizilmemesini istiyor olabilirler. Mesela bazı gulat-ı sufiyye İslam’ı safi bir gönül sevgi aşk ya da batıni duygu ve düşünceler olarak gördükleri için fıkhın müdahalesini kabul edemezler, fıkhı sert ve köşeli bulurlar. Bu durum, fıkhın meseleleri halledememesi demek değildir. Aksine böyle olanların düşüncelerine sınır getirilmesini istememelerinden kaynaklanır. Oysa fıkıh da hukuk gibi bir sınır çizmek zorundadır.
Aynı şekilde hayatın modern çizgide devam etmesini ve esas olanın modernite olduğunu zannedenler de fıkhın müdahalesinden hoşlanmazlar. Ya da fıkıh kendi çizgilerine müdahale ettiği için fıkhın bu işi halledemeyeceğini sanırlar. Oysa hangi alanda olursa olsun kitap ve sünnet çizgisi içerisinde Müslümanların hatta bütün insanların problemlerini çözebilen her yeni düşünce bir fıkıhtır, yani olması gereken yerde olması gereken, usulüne uygun her anlama fıkıhtır.