Önceki yazımızda Hz. Âdem’in (sa) yaradılışını, ondan önce başka âdemlerin olup olmadığını ve ona neden halife dendiğini anlatmıştık. Oradan devam edelim.
Böyle bir geçmişin aranmasına neden ihtiyaç duyuldu? Çünkü dine dayandırılan bazı asılsız rivayetlerde Âdem’in (sa) yaradılışı en nihayet 15 ila 30 bin yıl öncesine götürülür. Hatta Tevrat’ta bütünüyle dünyanın ömrünün 10 bin yıl olduğu, Âdemi’in ise MÖ 3761 de yaratıldığı, söylenir. Bu da Âdem’den günümüze kadar 5780 yıllık bir geçmişin olması demektir. Yani bu problem asıl Yahudiliğin problemidir. Hatta yıllar önce İsrail’de bir süt fabrikasının, çocuklar için hazırladığı süt kutularının üzerinde dinozor resimleri bulunduğu için fanatik Yahudiler fabrika önünde protesto gösterisinde bulunmuşlardı. Çünkü dinozorlar için verilen tarih Tevrat’a aykırı idi ve çocuklara yalan aşılanıyordu.
Buna karşılık günümüzde fosiller üzerindeki çalışmalar insanın aslı olan Homo sapiens’ın geçmişinin 150 bin ile milyonlarca yıl olduğuna dair farklı teorilerden söz eder. Bazı Müslümanlar da şöyle düşünürler: Bilim yalan söylemeyeceğine göre bu bilgilerin arasını bulmalıyız. O halde Âdem’den önce de insan cinsinin köklerinin olması gerekir. Zaten bunun için bizim iki farklı kelimemiz vardır. Öncekilere insan değil de ‘beşer’ diyebiliriz. O zaman beşerin tarihi bilimin dediği gibi milyonlarca yıl öncesine dayanıyor olabilir. Böyle diyenler ‘beşer’ ile ‘insan’ kelimelerinin farklı varlıkları anlattığını, kelimede cilt anlamının da bulunduğundan hareketle beşer’in daha ilkel, hatta çıplak bir varlık olduğunu, Âdem’in ise çok daha sonra, belki bir evrimin sonucunda onun yerine gelip onun halifesi kılındığını iddia ya da tahmin ederler. Dediğimiz gibi bunun sebebi Evrim Teorisinin ve insanın geçmişiyle ilgili fosil çalışmalarının verilerinin söyledikleridir.
Oysa bunların hepsi henüz teoriden ibarettir. Kaldı ki, bu fosiller üzerinde DNA çalışması yapılamadığına göre insana çok benzeyen bir maymuna ait de olabilirler. Bilimin yanlış yapmadığını söylemek de bilimsel bir veri değildir, bir kabuldür. Bilim yalan söylemese bile yanlış yapabilir. Hatta ideolojik sebeplerle ona yalan da söylettirilebilir. Günümüzde bunun pek çok örneği vardır. Nitekim bilimin insanın geçmişi ile ilgili söyledikleri de birbirinden farklı teorilerden ibarettir. İsmi üzerinde, teori… Bunları da göz önünde bulundurmamızda fayda var.
Buna rağmen bizim insanın geçmişini bu kadar uzun yıllar öncesine dayandırmamıza mani bir dini delilimiz de yok. Öyle olduğu ispatlanırsa biz de, demek ki öyleymiş deriz. Dinimiz bize bu konuda iman edeceğimiz bir tarihten söz etmiyor. Bunun için ‘beşer’, ‘insan’ ayırımına gitmemizin de anlamı ve dayanağı yoktur. Bu iki kelimenin arasında elbette ince ayırımlar vardır, ama neticede her ikisi de farklı bir özelliği ile Âdemoğlunu anlatır. Kuranıkerim’deki pek çok ayeti kerime, Âdem için, ondan sonraki insanlar için, hatta peygamberler için ‘beşer’ kelimesini kullanır. Demek ki, ‘beşer’ insanın daha önceki bir evresi değildir.
Kaldı ki yaradılışla ilgili ilk zamanlar, dünyanın mevcut hareketi ile hesaplanan bizim zamanlarımızla ölçülmez. Onlar, Kuranıkerim ifadesiyle hep ‘Allah katındaki zaman’ yani çok uzun evreler anlamına gelebilir. ‘Senin rabbinin katındaki bir gün, sizin saydıklarınızla bin sene gibidir’ (Hac 47). Bu hesapla on bini ya da on beş bini önce günlerle, sonra binle çarparsanız karşınıza milyarlarca yıl çıkar. Bu da mümkün ve muhtemeldir. Başka bir ayette elli bin yıllık bir günden söz edilir (Mearic 4).