Kuranıkerim dersimiz Zümer Suresi’ne ulaşınca orada şirk ve ihlas mefhumları üzerine başka hiçbir surede fark edemediğimiz ölçüde yoğun bir vurgunun olduğunu gördük. Bu sebeple surenin şirk ve ihlas vurgusunu yazayım derken önce şirk kavramını genel hatlarıyla anlatma gereği hâsıl oldu.
Şirk Kuranıkerim’in en temel üç kavramından biri: Tevhid, küfür ve şirk. Son ikisinin birbirine girebileceğini de düşünürsek şirk için temel iki kavramından biri de diyebiliriz, tevhid ve şirk. Tevhid yerine imanı da koyabiliriz. O halde şirk meselesini iyi anlayan İslam’ın yarısını anlamış olur denebilir.
Hiç bir tanrıya inanmadığı söylenen ateist diye bir kategori olsa bile tanrıyı ilah olarak düşündüğümüz zaman, aslında her hangi bir ilahı olmayan birisinin olamayacağı anlaşılır.O zaman insanlar ya muvahhittirler, ya da müşriktirler. Yani ya bir olan ilaha inanırlar ya da belli belirsiz birden çok ilahları olur. Bunun dışında olmaları mümkün değildir. Çünkü insanın tabiatı gereği hep boyun eğmek zorunda olduğu güç ya da güçler bulunur. En azından insan aklını ya da hazlarını öne geçirir. Bunun dışındaki insanlara deli denir. Onları da zaten mükellef insan olarak görmüyoruz.
Bu durumda şöyle bir ikilemle karşılaşılmış olabilir miyiz? Boyun eğilen güç olarak mesela sadece aklı, ya da sadece hazları kabul eden birisi de tek bir ilaha inanmış olacağı için muvahhit sayılmaz mı? Buna şöyle cevap verilebilir; ilah zorunlu olarak varsa bir ve biricik olanı kabul etmeyen, her halükarda ikinci bir ilahı kabul etmiş olacağından o muvahhit olamaz. Şunu demek istiyoruz: Şirk veya tevhid İslami birer kavramdırlar. Bunlarla konuştuğumuzda İslam’dan konuşuyoruz demektir. O halde biz öyle birine doğal olarak muvahhid diyemeyiz. O kendisine ne derse desin. Ona kelime anlamı ile belki monoteist denebilir.
Dikkat edilirse Allah’ın ilah olarak bir olduğunu anlatırken biz ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ dedikten sonra ‘vahdehu’ kelimesini de ekleriz. Bu, ne olursa olsun bir ilaha inanma değil, ilah olarak sadece Allah’ı bilme anlamına gelir. Yani hem bizzat O’na iman etmiş olacaksınız, hem de bir tek O’nu bilip başka ilah tanımayacaksınız ki, tevhidi sağlamış olasınız.
Küfür ise, hangisi olursa olsun, Allah’ın açıkça bildirdiği hakikatleri kabul etmemektir. Kök anlamından hareketle, sanki hakikati örtme demektir. Onun için küfre nankörlük de denir. O halde adını koysun ya da koymasın, Allah dışında bir ilah edinen kimse şirk işlemiş, yani müşrik olmuş olur. Allah’ı ya da O’nun açıkça bildirdiği her hangi bir hakikati kabul etmeyen ise küfretmiş yani kâfir olmuş olur. Dolayısıyla her müşrik aynı zamanda kâfirdir, ama her kâfir müşrik olmayabilir. Olmayabilir diyoruz, çünkü bu ikisini birbirinden ayırmak da o kadar kolay değildir. Mesela, Allah yasak/haram etmiş olsa da ben faizin yasak olduğuna inanmıyorum diyen birisi küfre düşmüştür ama ona aynı zamanda müşrik de diyemez miyiz? Yani bu insan Allah’a inandığını söylüyor olsa da faizin haramlığı konusunda Allah’ın yetkisine başka bir yetkiyi, mesela aklı ya da hazzı ortak kılması itibariyle aynı zamanda müşrik olmuş olmaz mı? Buradan sonrasını kelamcılara bırakalım.