Faruk Başer Yeni Şafak Gazetesi

Müzik ve toplum

Müzik denen olgunun fıkhi hükmünü verebilmek için neden bu kadar teferruata giriyoruz? Çünkü müzik su gibi ekmek gibi maddesi, sınırları ve özelliği belli bir nesne değil, neredeyse ilgili olmadığı...

27 Nisan 2018 | 219 okunma

Müzik denen olgunun fıkhi hükmünü verebilmek için neden bu kadar teferruata giriyoruz? Çünkü müzik su gibi ekmek gibi maddesi, sınırları ve özelliği belli bir nesne değil, neredeyse ilgili olmadığı, bulaşmadığı, etki etmediği bir alan yok. Onun için yapabildiğimiz kadarıyla genel bilgilendirmeye, ya da bilgilenmeye devam etmeliyiz.

Meseleyi en iyi anlayanlardan birinin İbn Haldun olduğunda şüphe yok. Diyor ki, müzik toplumsal refahın ve zenginliğin sonucunda ortaya çıkan bir lükstür. Yani müzik geçim sıkıntısı yaşayanların öncelikli ihtiyaçlarından değildir. Ama denebilir ki, müzik hayatın zorluklarını yaşayanlara da yararlı olabilir, onları teskin edip yaşadıkları gerçekliklerden hayal dünyasına taşıyarak sıkıntılarını hafifletebilir. Eğer bunun bundan başka çaresi yoksa doğru.

Bilinen bir gerçektir ki, İslam öncesi refah ve eğlence toplumu olan Mekke’de müzik ve müzikal eğlenceler bolca vardı. Ama hemen onun arkasından gelen ve saadet asrı denen yirmi üç yıllık ilk İslam toplumunda müzik hayata rengini veren tayflardan biri değildi. Yer yer var olması belki sadece belli şartlarda cevazına yol bulunabilecek cüzi görüntülerden ibaretti. Resulüllah’ın da ona nadiren izin vermesi, bazen duyduğu halde susması dışında onu iyiliğine ya da gereğine işaret ederek teşvik ettiğini, yaşadığını gösteren bir sünnetini bilmiyoruz. Hatta meseleyi iyi kavramış seçme sahabenin ve raşit halifelerin hayatlarında da müzik ve eğlence yok. Bunu, müziği henüz tanımadıklarına bağlamamız mümkün değil. Çünkü onlar müzikli bir eğlence toplumundan geliyorlardı.

Hz Osman (ra) döneminin sonlarına doğru müziğin İslam toplumunda yavaş yavaş yer bulmaya başladığına şahit oluyoruz. Ama bu dönem aynı zamanda fitnenin ve çözülmenin de başladığı dönemdir. Muaviye döneminde ise müzik saraydaki itibarlı yerini almış ve artık aristokrat hayatın bir parçası haline gelmiştir. Arkasından Yezid ve Velid meseleyi resmîleştirmişler ve artık çokça ihtiyaç duyulan müziğin kalitelisi de aranır olunca müzik o dönemde sanat haline gelmeye de başladı. Hatta Velid çok mahir şarkıcısı Mabed hastalanınca ah vah ile üzerine titremiş, ölünce de onu bizzat kendisi defnetmişti. Müziğe bu resmi ilgi Abbasi döneminde de sürdü ve Yunan felsefesinden etkilenmeler başlayınca eğlence ve sanat yönüne ilaveten Kindî ile birlikte müziğin bir de felsefi boyutu gündeme geldi. Böylece de Arapça olan ‘ğina’ yerini Yunanca ‘musika’ya bıraktı. Sonra Farabî ve İbn Sina gibi filozoflar müziğin felsefi yönüyle ilgilendiler. Felsefi açıdan müzik belki de en zirve ilgiyi İhvan-ı Safa’da gördü. Ancak zahir İslam ulemasının İhvan-ı Safa’ya nasıl baktığı da bilinen bir husustur. Cahiliyede kadınlı ve içkili eğlencelerin bir vazgeçilmezi olan müziğe böylece bir de İhvan-ı Safa’nın meşruiyet ölçüsü aramayan felsefi spekülasyonları eklenince fukaha müziğe iyiden iyiye kuşkuyla bakmaya başladı. Buna karşılık olarak denebilir ki, fukahanın müziğin felsefi boyutunu hesaba katmadan verdiği hükümler de çoğu zaman tek yönlü, donuk ve eksik olabilmiştir. Ama Gazalî bu eksikliği tamamladı ve meseleyi her iki yönüyle tartışıp müziğin şeri hükmünü öylece ortaya koydu. Onun hakemliğiyle müzik hiç yok sayılmamış ama olduğundan büyük görülmesinin de önüne geçilmiş oldu.

İlginçtir ki, Osmanlı’nın yüzyıllarca süren yükseliş döneminde mehter dışında müziğin esamisi fazla yoktur. İlk müzik mektebi ya da konservatuar diyebileceğimiz Daru’l-elhan’dır ve Osmanlı’nın yıkılma günlerinin çırpınışıdır.

İslam dünyasında müziğin tarihine bakanlar onun eğlence ve lüksün bir aracı kılınması itibariyle fukahanın ve büyük müfessirlerin ona genellikle olumsuz, sufiyye gibi gönül ve zevk yönü galip olanların ise genellikle olumlu baktıklarını görürler. Bundan şeriatın zahir ölçülerine öncelik veren İmam Rabbani gibi bir kaç müteşerri sufiyi istisna etmek gerekir. Şöyle de düşünülebilir: Fıkıh bir akıl ve hesap işidir, müzik ise gönül işidir. Sadece biriyle karar verenler eksik karar vermiş olurlar. Çünkü İslam akıl ve gönül birlikteliğidir. Birine yüklenip diğerini yok sayma insanı asıl gayesinden uzaklaştırabilir.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sevgi imandandır 29 Nisan 2022 | 289 Okunma İki olay üzerinden iki ilginç kavram 24 Nisan 2022 | 293 Okunma Şeytan nedir? 22 Nisan 2022 | 362 Okunma Teravihin hikâyesi ve tilavetin başına gelenler 17 Nisan 2022 | 821 Okunma Savrulduğumuzun farkında mıyız? 15 Nisan 2022 | 358 Okunma