İnanç dünyamıza bu kadar müdahale edildiği, her şeyin bu kadar alt üst edildiği, gayp ile şehadetin, ya da fizikle metafiziğin bu kadar karıştırıldığı bir zaman belki de hiç olmamıştır. Bilim ve teknolojinin ürettiği sanal dünya bu karmaşayı hızlandırıyor. Aslında bu durumun bir yaratıcı fikrini tamamen ortadan kaldıracağı düşünülüyordu, ama aksine bir tanrısı olmayan hemen hemen kimse kalmadı. Değişen şu oldu: insan kendisini o kadar güçlü ve o kadar hâkim konumda sanıyor ki, eğer bir tanrısı olacaksa onu da kendisi belirlemelidir. Bu sebeple sanki herkesin tanrısı kendi istediği gibi bir tanrı olmak zorunda. Fikret’in kötü niyetle söylediği söz buraya uyuyor: “beşerin böyle dalaletleri var, putunu kendi yapar kendi tapar”.
Bu durum sanıldığı gibi sadece din eğitimi almamış kesimlerde böyle değil, almış olanlarda bile böyle bir problem var. Allah da bu karmaşaya ve tanrılara muhtemelen sabırla bakıyor ve insanların Hakkı bulmasını bekliyor.
Günlük konuşmalarda birisi, sözüm söz, yukarıda Allah var diyebiliyor. Oysa ‘yukarı’ dediğiniz şey bir mekânı anlatıyor ve Allah mekândan münezzeh. Mekâna da zamana da ihtiyacı yok. Yani varlığı kendi zatı ile kâim. Mekân da zaman da yaratılan şeyler. Onlar yaratılmadan önce Allah nasılsa O yine öyle duruyor. Orta derecede bir akıl Allah’ın mekâna muhtaç olmasının anlamsızlığını bulabilir. Şöyle kendinizi dünyanın toz kadar bile kalmadığı fezada tasavvur edin, yukarı ve aşağı diye bir şeyin bulunmadığını göreceksiniz.
Böyle belirsiz tanrı tasavvurları içerisinde insanlar deizme inanmadıklarını söyleseler bile aslında bir nevi deizm yaşarlar. Bir tanrı var ama biz...