Tekrar soralım; Tasavvuf duygu eğitimi, ahlak eğitimi, zühd ve takva ise -ki, başlangıcı böyledir- o zaman neden tarikat silsilesi Hz. Ebubekir’le ilgili mağara olayı gibi aslı olmayan bir hikâyeye dayandırılır? Tasavvufun buna ihtiyacı mı var mıdır? Tarikatlar böyle asılsız söylentiler üzerine kurulursa bunlar çekip çıkarıldığında geriye ne kalır. Oysa Resulüllah’ın ashabının yaşadığı istiğna, kanaat, rıza, takva, uhuvvet vb tasavvuf için yeterlidir.
Kendisi de bir sufi olan allame Zahidü’l-Kevseri’nin Nakşi silsilesini anlattığı ‘İrğâmu’l-merîd’ adlı bir kitabı vardır, gençliğimde okumuştum. Orada bu ve benzeri olayların aslının bulunmadığını anlatır. Ayrıca orada Ebu Hanife’nin, ‘son iki senem olmasaydı helak olurdum’ anlamındaki sözünün de İmam Şafiî’nin Şeyban er-Raî adında bir çobandan tarikat dersi almasının da uydurma hikayeler olduğunu söyler. Koskoca İmam Şafiî’yi bir çobanın önünde diz çöktürmek İmam Şafiî’ye de ilme de tasavvufa da İslam’a da hakaret değil midir?