Önceki yazımızda sözünü ettiğimiz, Kuranıkerim’in bizden her fırsatta istediği hakikate götüren o delilere karşılık, mümin olmayanların tutundukları yolların ise Kuranıkerim zan, tahmin, bilgisiz ve sultansız hareket etme ve nefislerinin hazlarına uyma olduğunu söyler. Bilgi yerine böyle şeylere tutunmayı takbih eder. İnsanların, hatta mümin olduğunu söyleyenlerin bile çoğu böyledir. ‘Eğer dünyadaki insanların çoğuna itaat edecek olsan onlar seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Çünkü onlar sadece zanna uyarlar ve tahmine göre hareket ederler’ (En’am 116). Oysa ‘zan hakikat adına hiçbir şey ifade etmez’. Ya da ‘biz atalarımızı böyle bulduk, hidayetin onların izinden gitmek olduğunu düşünüyoruz’ derler (Zühruf 22). O halde her bilgi sanılan şeye itibar edilmez, her biliyorum diyenin ardından gidilmez. Bilginin nefsi arzuları/sübjektifliği, zannı ve tahmini aşması gerekir.
Mesele bu kadar açık. Peygamberler ve son nebi Resulüllah ve Allah’ın izniyle onun özel yetiştirdiği sahabe nesli, onları ihsan ile yani en güzel şekilde, bozulmadan izleyen arkadan gelenler böyle delille yaşamışlar. O özel nesil akıllarına sığdıramadıkları şeyleri Resulüllah’a sıkça sormuş ve ancak ikna olunca hareket etmişler. Daha önce söylemiştik, Hz. İbrahim yeniden yaratma konusunda ikna olamadığı için Allah’a bile bunu nasıl yapabileceğini sormuş ve aldığı cevapla ikna olmuş. Bunun bir anlamı da şudur; fetanet derecesindeki peygamber aklı bile bazı şeyleri anlamayabilir.
Oysa sonrakiler büyük bildiklerine karşı sevgi ve saygıyı peygamberin konumunu dahi aşan bir takdis derecesine çıkardılar, gassalin önündeki meyyit gibi olacaksınız dediler. Hâlbuki Allah kalpleri duya...