KAYIP yakınlarını arayan “Cumartesi Anneleri” aynı gün Hürriyet’in iki ayrı sayfasına konuk olmuştu.
26 Ağustos tarihli Hürriyet’in ilk sayfasında “Cumartesi
Anneleri’ne 700. hafta müdahalesi” haberi yer alıyordu. Hürriyet
Pazar’da ise kayıp yakınlarından Besna Tosun ile yapılan söyleşi,
“Bir gün mutlaka ‘Kaybedenler kaybedecek’ demek için oradayız”
başlığıyla verilmişti.
Hürriyet’in polis müdahalesini yeterli biçimde vermediği
eleştirilerini yöneltenler sanırım söyleşiyi gözden kaçırmıştı.
Zira söyleşi ve haberin birlikte yayımlanması iyi olmuş; konu
farklı yönleriyle, bütün olarak sunulmuştu okura.
Banu Tuna’nın yaptığı söyleşi sarsıcı bir öyküyü aktarmakla
kalmıyor, eylemlerin neden 23 yıldır sürdüğüne dair vicdan
muhasebesini de yansıtıyordu. Besna Tosun “Entelektüellerin
desteği, katkısı nasıl” sorusunu yanıtlarken “Yeterli değil”
dedikten sonra “Daha fazlasını yapabilseydik bu mücadele bu kadar
uzun sürmeyecekti” diye eklemişti.
12 yaşından beri eylemlere katılan genç bir kadının yine de daha
fazlasını yapamadığı için hayıflanması çarpıcı bir durum. Aslına
bakarsanız medya da üzerine düşeni yapsaydı kayıplar ve faillerinin
çoğu şimdiye kadar bulunmuş, “Cumartesi Anneleri”nin eylemleri
sonlanmış olurdu.
700 haftadır eylem yapan “Cumartesi Anneleri”ni 700 kez yayımlayan
gazete, TV ya da internet sitesi yoktur sanırım. Halbuki yaygın
medyanın haksızlıkları, adaletsizlikleri gündeme getirmesi halinde
sonuç alındığını görüyoruz. Örneğin geçen hafta boşanmak isteyen
eşini bıçaklayıp balkondan atan kocayı ve parkta arkadaşlarıyla
oynayan 7 yaşındaki çocuğu sırtından vuran adamı mahkemeler adli
kontrol şartıyla serbest bırakmıştı. Hürriyet ve diğer gazetelerde
haber olunca iki saldırgan da tutuklandı.
Maalesef medya her zaman bu performansı göstermiyor. Yakın
dönemden bir örnek vereyim: Ceylanpınar’da iki polisin evlerinde
öldürülmesini Hürriyet 23 Temmuz 2015’te “PKK iki polisi şehit
etti”, ertesi gün de “Gözyaşlarıyla uğurlandılar” başlıklarıyla
duyurdu. Bu haberler birinci sayfadaydı.
Aradan iki yıl geçti, yargılananların hepsi beraat etti. Bu gelişme
19. sayfada “Ceylanpınar davasında tüm sanıklara beraat” diye küçük
bir haber oldu. Sonra da karanlıklara terkedildi bu olay. Ne medya
üzerine gitti, ne yargı, ne de polis.
İyi de iki polisi kim öldürdü? PKK mı, başkaları mı? İlk
haberlerde PKK’nın üstlendiği yazılmıştı. Çünkü PKK’ya yakın ANF’de
HPG’nin bir açıklaması çıkmıştı. İşin garibi bu açıklamada
“öldürülen iki polisin silahlarına ve kimliklerine el konulduğu”
belirtiliyordu ama öldürülen polislerden Feyyaz Yumuşak’ın soyadı
Facebook’ta kullandığı gibi “Özsahra” olarak yazılmıştı. Üstüne
üstlük PKK yöneticilerinin daha sonra bu açıklamayı farklı
yorumlayıp cinayeti işlemediklerini savunmaları düğümü iyice
çözülemez hale getirdi.
Hâlbuki iki polisin şehit edilmesi sıradan cinayetler de değildi;
“barış süreci”ni bu saldırı bitirmişti. Saldırı faili meçhul kaldı,
“barış süreci” de...
Medya, karanlıkları aydınlatma rolünü ihmal etmemeli...
OKURDAN KISA
KISA
Birgül Ergev: Kelebek’te Kenan Doğulu ile ilgili bir haberde “Konserine ay mehtabı altında devam etti” denilmiş. Ben susayım artık. Ay mehtab’ını gördükten sonra ne yazayım ki? Meh=ay, Tâb=ışık... (27 Ağustos)
Salim Taşçı: Spor sayfasında “2 ve 3. hafta maçlar” kutusuna göre Altınordu ve Giresun aynı gün, aynı saatte ikişer maç yapmış! Altınordu, Giresun ve Gençlerbirliği ile oynamış. Giresun da Altınordu ve Osmanlı ile... Kim kimle oynamış bu düğümü çözemedim! (20 Ağustos)
Yaşar Üstün: “Sorumlusu 34 RA 4649 plakalı aracın şoförü” haberinin son tümcesine bakın: “Sürücünün ve kadının kimliği ile nereye seyahat ettiği bilinmiyor.” “Ve” yerine “ile” kullanılması anlamı ne hale getirmiş! İkinci sayfadaki haberin fotoğraf altına göre de Adile Naşit yaşıyor! (28 Ağustos)