Gazetelerde “Bu işgale müdahale şart”, “Haddini bil tatbikatı”, “Askeri seçenek masada” manşetler, tankın ve askerin oraya girmesinden dem vuran yazılar yayınlanıyor; TV’lerde askeri tatbikat görüntülerinden geçilmiyor. O kadar ki, bıraksalar medya kalemleri, klavyeleri ve de kameralarıyla saldıracak bağımsızlık referandumu yapan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne.
Ortalığı sakinleştirmek de Başbakan Binali Yıldırım’a düştü. “Vatandaş rahat olsun, savaşa girmiyoruz” dedi ama bu açıklamanın asıl muhatabı sanırım medyaydı. Zira Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve diğer yöneticilerin söyleminin de ötesine geçip ortalığı velveleye veren medyanın ta kendisiydi.
Savaşın tahmin edilemezliğini ve yıkıcılığını anlamak için uzağa gitmeye gerek yok. Irak ve Suriye, canlı örnekler. Kaldı ki, savaşa karşı çıkmak gazetecilik için demokrasi ve insan haklarını savunmak kadar olmazsa olmazdır.
Bugünlerde de medyanın yapması gereken, politikacıların sözlerini aktarmakla yetinmek yerine IKBY ile yaşanan anlaşmazlığın bütün boyutlarını araştırmak, serinkanlı analizler yayınlamak, barışı savunmak ve eleştirel yaklaşımı korumaktır. Her gazeteci bilir ki, eleştirel yaklaşım bizim mesleğin özüdür ve ülkenin, insanların yararınadır. Eleştirel gazeteciliğin en büyük faydası da siyasi iktidaradır; yanlışlardan korur.
ÖVGÜNÜN DOZU
GAZETECİLİKTE sorun marka, ürün, şirket isimlerinin yazılmasında değil, nasıl, neden ve kim tarafından yazıldığıdır. Örneğin Hürriyet’in gurme yazarları Mehmet Yaşin ya da Vedat Milor, restoranları yazıyor. Reklama kaçmadan uzman gözüyle kaleme alıyorlar restoranları ve bazen de eleştiriyorlar.