Türkiye’nin önemli dertlerinden biri de adaletin sarsılmış
olmasıdır.
Adaletten yana şikâyeti olmayan kimse kalmadı. Bir dönem
‘sağcı’lar, bir dönem ‘solcu’lar, bir dönem de ‘futbolcu’lar
adaletin tecelli etmediğinden yana şikâyetlerini dile
getirdiler.
Ülkemiz ‘yüksek tansiyon’ sebebiyle sıkıntılar çekiyor. İdarecilerimiz, attıkları adımlarla tansiyonu yükseltmenin peşinde. Bu durum kimilerinin işine geliyor olabilir, ama uzun dönemde vücudun diğer azaları zarar görebilir.
Medya kuruluşlarına ‘kayyım’ tayini de yaygınlık kazanan bir uygulama halini aldı. Acaba yürürlükteki kanunlar ‘kabahat’leri önlemeye yetmiyor mu? Bu kararlarda adaletle davranıldığı söylenebilir mi? En temel prensip, “Birisinin hatasıyla bir başkasının suçlanamayacağı” değil mi? Toptancı bir anlayışla yapılan cezalandırmalar bu temel prensibin ihlâli olmaz mı?
Kaderin adalet ettiğini ve edeceğini de unutamayız. Rüzgâr ekmenin neticesinin fırtına olacağını da akılda tutmak lâzım. Çorbamıza doğrayacağımız şeylerin daha sonra kaşığımıza geleceği de bir gerçek. O halde, hata yapanları ikaz etmek bir vazife. Haksızlık yapanlar uzun dönemde mutlaka yaptıklarının karşılığını görür. Keser döner, sap döner bir gün gelir hesap döner. Bu bakımdan ‘mağdur’ edilenlerden ziyade ‘mağdur eden’lere acımak lâzım.