Avrupa Birliği üyelerinden İngiltere’de yapılan referandumda
‘ayrılalım’ kararı çıkması elbette önümüzdeki dönemde çok
tartışılacak, ama Türkiye’nin AB macerası bu referandumdan bağımsız
olarak devam ediyor.
İngiltere’deki referandumun Türkiye-AB ilişkilerine elbette ki
etkileri de olacaktır.
İngiltere’deki gelişmelerden bağımsız olarak Ankara ile Avrupa Birliği arasında epeydir soğuk rüzgârlar esiyor. İdarecilerimiz Avrupalı yöneticileri kınayıp rest çekiyor, ama acaba bu krizin faturasını, bedelini rest çekenler değil millet ödüyor.
Maalesef bu tartışmada kamuoyuna söylenenler ile gerçekler birbirinden farklı. Acaba, AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul etmemesinin tek sebebi ‘İslâm ülkesi’ olması mıdır? Yoksa her 10 yılda bir darbe süreci yaşanmasının da tesiri var mı? Her defasında ifade etmeye çalıştığımız üzere Türkiye’nin önüne bahaneler seren “İkinci Avrupa”ya kızalım, ama önce kendi vazifemizi de yapalım. 2016 yılında bile hâlâ darbe anayasası ile idare edilen bir ülkenin başkasına kızmadan önce kendisini düzeltmesi gerekmez mi? AB’nin yaptığı değerlendirmeleri bir an için unutalım ve hak, hukuk ve adalet noktasında bulunduğumuz noktayı bir düşünelim. Bulunduğumuz noktadan idarecilerimiz memnun mudur? Pek çok beyanlarında mevcut durumdan memnun olmadıklarını onlar da açıklamıyor mu? Bugün, yarın, bu ay, bu yıl diyerek yıllardan beri darbe anayasasından kurtulmadığımız belli değil mi?
Son zamanlarda AB’ye kızıp rest çekenlerin yıllardan beri “AB taraftarı” açıklamalar yaptığı bilinmiyor mu? AB’ye üyelik yolunda atılan müsbet adımlardan sonra ya da AB canibinden gelen olumlu mesajlardan sonra övünenleri unutalım mı? Aynı şekilde AB’ye itiraz edenler AB ile anlaşma yapıp vizelerin