Gönül arzu eder ki yapılan yanlışlara vaktinde ve zamanında, ama
uygun lisan ile itiraz edilsin.
Maalesef ülkemizde çoğunlukla bu yapılmıyor ve iş işten geçtikten
sonra ikaz edenler ve yol gösterenler ortaya çıkıyor.
Dış politikada yapılan yanlışlar bunların başında sayılabilir. Ekseriyetle dost olmak için çıkıldığı ilân edilen yol, herkesle kavgalı bir neticeye ulaştı. 5 ya da 10 yıl önce ortak bakanlar kurulu toplantıları yapılan komşularımızla artık konuşamaz durumdayız. Tabiî ki aslolan, olması gereken dostukları çoğaltmak ve ortak toplantılar yapabilmektir. Doğru olan birlik, barış ve ittifakken; yanlış olan kavga, tartışma, çekişme ve Allah muhafaza savaştır. Elbette yeri ve zamanı geldiğinde, düşman hücumuna karşı savaşmak da icâb eder. Ama maharet işlerin o seviyeye gelmemesi, getirilmemesidir.
Dün, ülkeler fethetme hedefleri ortaya koyanların bugün Türkiye’nin Ortadoğu’da ‘tuzağa çekildiğini, tuzağa düşürüldüğünü’ itiraf etmeleri garip bir tecelli değil mi? Bunca yıllık tarih tecrübesi çok daha dikkatli olmayı, bin düşünüp bir adım atmayı icâb ettirmez miydi? İtiraflar ve itirazlar biraz geç kalmadı mı? Milliyetçilik adı altında yapılan ırkçılığın Türkiye’nin dertlerine çare olmadığı dünden bilinmiyor muydu? İdarecilerin başkalarını haksız yere itham etmesinin bir fayda vermeyeceği daha ilk günden tahmin edilemez miydi?