Türkiye bir darbe felâketiyle karşı karşıya kaldı ve çare olarak da OHAL ilân edildi.
Olağanüstü Hal uygulaması Anayasa’da yeri olan bir idare şeklidir. Dolayısıyla bir felâket karşısında böyle çarelere müracaat etmek prensip olarak doğrudur ve zaten OHAL ilânına bu sebeple itiraz edilmedi.
OHAL’in bir adım sonrası olan sıkıyönetim ilânının dahi icap ettiği haller vardır. Nitekim geçmiş yıllarda kısmî ya da umumî olarak sıkıyönetim ilân edildiği zamanlar olmuştur. Fakat hatırlatmaya dahi ihtiyaç olmadığı üzere aslolan ‘normal hal’dir. Gerek OHAL ve gerekse sıkıyönetim ilânları zarurî hallerde ve mümkün olduğu kadar kısa süreli olmadır.
Daha da önemlisi isimlerin değişmesiyle hakikatlerin değişmeyeceğini kabul etmek gekektiğidir. Yani bir yönetimin adı ‘normal yönetim’ olduğu halde; hak, hukuk ve adalet noktasında OHAL ve hatta sıkıyönetim hallerini dahi aratması mümkündür. Aynı şekilde geçmiş dönemlerde OHAL idaresi olduğu halde sıkıyönetim gibi uygulamalara imza atılmasına da bu millet şahit olmuştur.
OHAL’in ilân edildiği ilk günlerde Türkiye’yi idare edenler bu sürenin kısa olacağını ve kısa olması gerektiğini millete ifade ettiler. Zaten OHAL ya da sıkıyönetim gibi haller iyi olmuş olsa ülkeler hep onu tercih etmez miydi? Adı üstünde, bu şekildeki yönetimlere ara sıra ve çok zarurî hallerde müracaat edilir. Çünkü böyle ara dönemlerde alınan kararların faturası daha sonra çıkmakta ve sadece idareciler değil, millet de bedel ödemek durumunda kalmaktadır.
Türkiye’yi idare edenlerin çok yanlış bir tavrı da OHAL idaresini savunurken başka ülkelerdeki benzer uygulamalara sığınmalarıdır. Meselâ deniliyor ki, “Fransa ve hatta kısa bir süre Amerika dahi OHAL ilân etti. Onlara itiraz eden yok, bize niçin itiraz ediliyor?”
Bu itiraz, bir benzetme, bu kıyaslama kulağa ne kadar da hoş geliyor değil mi? Peki bu benzetme hakikat noktasında isabetli midir? Değildir, çünkü Fransa’da ilân edilen OHAL’in oradaki idareciler açısından fırsat olarak görüldüğünü ortaya koyan