Türkiye’yi idare edenlerin bir hatası da, tarımı hafife alıp,
arazileri inşaat şirketlerinin emrine vermek oldu.
“Patates tarlalarından otomobil fışkırıyor” diyerek millet olarak
sevindik; ama gerçekte bu sevinç kursağımızda kalmak üzere.
Elbette, tarımın ve üretimin ‘ikinci sınıf’ muamele görmesi sadece ülkemizin meselesi de değil. Avrupa’da başlayan bu akım, Türkiye’yi de etkisi altına aldı. Tek fark, Avrupa’nın ya da diğer dünya ülkelerinin; gittikleri yolun yanlış olduğunu görmeleri ve geri adım atmalarıdır. Bizde ise, hâlâ bu yanlış anlayış hükmediyor.
Tarımın ve üretimin basit görülmesi, verimli arazilerin binalarla doldurulması sadece idarecilerin kabahati de değildir. Yüzlerce, belki de binlerce ‘aydın,’ yaptıkları araştırma ve açıklamalarla idarecileri bu yola sevk etti. “Tarımı bırak, inşaata bak” sloganı en üst perdeden seslendirildi ve idareciler de bu modaya uydu. Nihayetinde geldiğimiz noktada ne doğru dürüst sanayileşebildik ne de verimli tarım arazileri koruyabildik.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, tarım arazilerinin geri dönüşü olmayan bir şekilde elden çıktığına dikkat çekerek şöyle demiş: “İşlenen ve uzun ömürlü bitkilerle kaplı kişi başına düşen arazi miktarı, nüfus artışının da etkisiyle 1990-2014 döneminde kişi başına 4,9 dekardan 3,1 dekara indi.”