Malûm olduğu üzere dünya bir imtihan yeridir ve hepimiz imtihandayız.
Bu imtihanı kazanmak ne kadar önemliyse, kaybetmek de o kadar kötü. Çünkü ‘kazanmak ya da kaybetmek’ durumunda olduğumuz bu imtihanın telâfisi, bütünlemesi, tekrarı yok.
Karşı karşıya olduğumuz bu çetin imtihanın en zor sorusu da para ve mal ile ilgili olanlarıdır. Bu ‘soru’ları doğru cevaplayabilmek için de iyi ‘ders’ler almış olmamız lâzım. Aksi halde, sınıfta kalabiliriz.
Son yıllarda herkesin şikâyet ettiği ‘cemiyetteki bozulma’nın özünde ve temelinde de bu sorulara yanlış cevaplar verilmiş olması vardır. Çok kötü bir kanaatle, ‘devlet malı’ndan, ‘yetim malı’ndan elde edilen kazançlar, maalesef savunulur hale gelmiştir. Hem de çok garip bir gerekçeyle: Şimdiye kadar hep başkaları ‘kazandı’, biraz da mütedeyyin olanlar bu imkânlardan istifade etsin!
Aklı başında olan hiçbir insan, “Başkaları şu kadar ateş yedi, toprak yedi, kir yedi; biraz da bizden olanlar yesin, biz yiyelim” der mi? Demez ve diyemez. Tek şart; yenilen ve içilenin ‘ateş, toprak, kir, zehir’ olduğunu bilmeye bağlı. Tüyü bitmedik yetimlerin hakkı olan ‘devlet’ ve millet parasından haksız kazanç elde edenler bunu bilse, gerçekten inansa; şeytana uyup kötülükte yarışır mıydı?