En başta siyasetçiler bilir ki, Türkiye’de iktidar olmakla, muktedir olmak arasında ciddî bir fark vardır.
Yeri ve zamanı gelir, siyasî partiler için ‘tek başına, iş başına’ gelmiş olmak da çare olmaz. Tek başına iktidar oldukları halde, “Yerimiz dar, yenimiz dar, elimiz bağlı, kolumuz zincirli” diye yakınırlar.
Tabiî ki olması gereken, iktidarların muktedir olması; yani milletten aldıkları yetkileri yürürlükteki kanunlara uygun şekilde rahatça kullanabilmeleridir. Kanunlarda hatalar ve yanlışlar varsa bunları değiştirecek olanlar da milletin vekilleri ve iktidarlardır.
Olması gereken budur, ama maalesef Türkiye’de işler pek de böyle yürümüyor. Bu problem sadece bugün için geçerli değildir. Tek parti iktidarından sonra işbaşına gelen Demokrat Parti ve merhum Menderes de bu durumdan, bürokrasiden ve devletteki ‘derin güç odakları’ndan şikâyet etmiştir, sonraki Başbakanlar da. İktidara gelip de, “Oh, millete verdiğim her sözü yerine getirebiliyorum. Kimse engel olmuyor” diyen bir Bakana ya da Başbakana rastlamak mümkün değil.
Şu anda Türkiye’yi idare edenlerin de engellenmiş olması mümkündür ve vakidir. Ancak buradaki mesele, derin yapıların her zaman canlı olduğunu bilmek ve onlara karşı uyanık olup olmamaktır. “Yetki bizde. İktidarız. Bütün derin yapıları tasfiye ettik” diye düşünmek en temel yanlıştır. Daha büyük yanlış ise, ‘derin yapılar’ı mağlûp edemeyince onlarla uzlaşmak ve anlaşmaktır. Kim ki millet zararına böyle bir uzlaşma ve anlaşmayı kabul eder; uzun dönemde kendisi de kaybetmeye mahkûm olur.
Günümüzde de böyle bir uzlaşma olduğu yolunda tartışmalar vardır. “Belge var mı?” diyenler çıkabilir. Fakat böyle uzlaşmaların belgesi olmaz, ancak icraatlarla anlaşılır.
Bu konuda sadece iki tesbiti hatırlatmak istiyoruz. Birincisi, iktidarı destekleyen bir gazeteden. Şöyle yazılmış: “AK Parti, çözüm sürecinin sona ermesiyle birlikte, devletle olan bütün tartışmasını bitirdi ve hatta geçmiş dönemde şiddetle itiraz ettiği bazı devlet politikalarını da sahiplendi.” (Faruk Aksoy, Yeni Şafak, 7 Ocak 2016)
İkincisi de “AKP’yi ne zaman askere aldılar?” başlıklı şu yorum: “Valilerin illerde daha da güçleneceği haberlerini okurken aklıma kaçınılmaz olarak dönemin Başbakanlık Müsteşarı Sayın Ömer Dinçer’in büyük çabalarıyla TBMM’den geçerek kanunlaşan ‘Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun’ geldi. Evet, metin TBMM’de kabul edildi, yani kanunlaştı, ama dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer, kanunun belirli maddelerinin anayasaya aykırı olduğu savı ile geri gönderdi. (...) AKP iktidarı 2004 senesinde yukarıda belirttiğim Kamu Yönetimi Reform Tasarısı’nı TBMM’ye getiriyor, geçiriyor, ama dönemin Cumhurbaşkanı çok ilginç gerekçelerle veto ediyor.