Güneydoğu’da yaşananları ifade edecek kelime bulmakta
zorlanıyoruz. Ortada çok büyük bir yara, çok büyük bir dert, çok
büyük bir felâket var.
Yarayı büyüten bir mesele de, yaşananlara doğru teşhis konulmamış
olması. Yarım asra yaklaşan bir derdin bugüne kadar teşhis ve
tedavi edilememiş olması başlı başına bir dert değil midir?
Diyarbakır’ın merkez Sur ilçesinde ve başka bazı ilçelerde yaşananlar olması gerektiği gibi gündemimizi meşgul etmiyor. Bir yanımız yaralanmış ve kanarken, ‘her şey yolunda’ tavrı sergileyebilir miyiz? El birliği ile bu yarayı tedavi etmek icap etmez mi?
Bazı ilçelerde, aklımıza ve hayalimize gelmeyen hadiseler yaşanıyor. Hendekler kazılmış, güvenlik kuvvetleri engelleniyor ve eğitim yapılamaz halde. Neticede en ağır faturayı, hendeklerin kazıldığı ilçelerde, mahallelerde oturanlar ödüyor. Sur ilçesinde oturanlar, yaşadıkları sıkıntıları dile getirirken adeta “İmdat!” çığlıkları atmış.
Al Jazeera muhabirinin görüştüğü kişilerden biri yaşadıklarını şöyle özetlemiş: “30 yıldır orada yaşıyorum. Çözüm süreci başladığında baktım ki her gün yeni insanlar geliyorlar ve yerleşmeye başlıyorlar. Sorup soruşturduğumda sınır dışına çıkmayan örgüt mensupları olduklarını öğrendim. Ne zaman ki Suruç saldırısı oldu, bunların hem sayısı arttı, hem de sertleşmeye başladılar. Günlerce yığınak yaptılar.”
Bir başka mağdur şöyle konuşmuş: “Devlet ilk günden müdahale edip şefkatle yaklaşsaydı olaylar bu boyuta gelmezdi. Buraları çok boşladılar ve senin boş bıraktığın yerleri birileri gelip doldurur. Arada da benim, senin gibi insanlar ezilir.”