Ölçüsüz ve plansız şekilde yüksek binalar yapmakla sadece büyük şehirleri yaşanmaz hale getirmedik. Aynı zamanda bu anlayışı vatan sathına yayarak bütün Türkiye’ye kötülük ettik. Artık en küçük kasabadan en büyük şehirlere kadar her yerde ‘daha yüksek katlı bina yapma’ yarışı var.
Sözlerimizle değil, icraatlarımızla çevreye dost olmadıktan sonra ne ekonomik kalkınmayı sağlayabiliriz, ne de başka dertlerimizi çözebiliriz. Yıllar geçtiği halde İstanbul gibi büyük bir şehrin en önemli dertlerinden biri olan binaların yenilenmesi çalışmasını bu sebeple yapamadık. Bilhassa 1999’daki Marmara Depremi’nden sonra belki de bin defa gündeme gelen ve her defasında söz verilen depreme dayanıklı şehirler kurulabilmiş değil.
Deprem bölgelerinde olan şehirlerin böyle dertleri olduğu gibi başka şehirlerin ve bölgelerin de kendilerine has dertleri vardır. Meselâ, Karadeniz’de de sel ve heyelan tehlikesi var. Yeşilliğiyle dünyanın ilgisini çeken Karadeniz şehirleri, hemen her yıl yaşanan yoğun yağmur, sel ve heyelan sebebiyle gündemden düşmüyor. Karadeniz illerinde yaşanan bu felâketlerin bir yönüyle ‘göğü delmenin cezası’ olduğu da söylenebilir. Çünkü fıtrata uygun olmayan şekilde hareket etmek her yerde göze çarpıyor. 27 Eylül gecesi başlayıp 28 Eylül 2017’de sel ve heyelanlara sebep olan aşırı yağmur hedisesinin Senoz Vadisi’nde yapılan ve çevreyi tahrip eden çalışmalarla da irtibatlı olduğu düşünülmelidir.
Yağmurların taşırdığı derelerin sularının azalması ile birlikte Senoz Vadisi ve diğer vadilerdeki tahribat daha da görünür hale geldi. Maddî zararın hesaplanması bile günler alır. İnşallah bu yaralar kısa sürede sarılır ve benzeri afetlere karşı gerekli tedbirler ertelenmeden alınır.