Gazetelerde yer alan bir haber, zaman değişse de dertlerin pek değişmediğini gösteriyor.
Habere göre bir ilimizde, Eylül ayı başlarında tertiplenen ‘terörü protesto eylemi’ sonrasında kızgın kalabalıklar bir kitabevini de ateşe vermişler.
Hadisenin ayrıntıları bir yana bırakılacak olursa, işin içinde bir provokasyon olduğu aşikârdır. Kitabevini ateşe vererek kitapları yakanların ya da bu düşüncede olanların bir yanlışı da, “Birisinin hatası ile bir başkası, kardeşi dahi olsa mesul olmaz” prensibini göz ardı etmeleridir. Suçun şahsiliği prensibi unutulunca maalesef böyle yanlışlar oluyor.
Ülkemizde ‘kitap düşmanlığı’ bugünün meselesi de değildir, epey eskilere dayanır. Bilhassa, 1950 öncesi ‘Tek Parti’ devrinde kitap okuyan insanlar suçlu muamelesi görmüştür. “Suçlu” ilân edilip yakılan kitapların arasında Kur’ân-ı Kerîmler, tefsirler, dinî eserler olduğu tarihçe sabittir. Bir yandan kitap okumamaktan şikâyet edip, öte yandan da insanlar ‘dinî kitap okuyor’ diye hapishanelere atılmıştır.