Hangi meselede olursa olsun fırsatçılık iyi değil.
İşler tabiî/fıtrî seyrinde devam ederse netice alınabilir. Aksi
halde maksadın aksiyle tokat yemek mümkün olur.
Türkiye şimdiye kadar görülmemiş sayıda mülteci akınına uğradı. Suriye’de başlayan kavga, kargaşa ve savaşı idarecilerimizin iyi tahlil edemediği her halde hatırlatmaya gerek yoktur. Önce on binler, sonra yüzbinler ve nihayetinde birkaç milyon insan Suriye’den kaçarak ülkemize geldi. İnsaniyet ve İslâmiyet ortak paydası sebebiyle ‘hoş geldiler, safalar getirdiler’ demek durumundayız. Bununla birlikte bu nüfus hareketinin Türkiye’ye yeni yükler, yeni sorumluluklar ve yeni problemler getirdiğini de görmek gerekir.
Maksadımız birilerini itham etmek değil. Elbette sosyal hadiseleri tahmin ve tahlil etmek kolay olmaz. Ancak Suriye meselesi başladığında hadiseyi “200 bin civarında bir mülteci ve 3 aylık bir mesele” olarak görmek çok büyük bir hata değil mi?
Peki, ne yapılmalı? “Hata ettik” deyip dizimizi dövmek meseleyi çözmez. O halde karşı karşıya olduğumuz problemleri tam olarak görüp birlikte çare aramak durumundayız. “200 bin mülteci ve 3 aylık mesele” olarak tahmin edilen hadise 3 milyon mülteci ve 5 yılı aşan bir yara olarak karşımızda duruyor. Bazı meseleler de vardır ki onlar para ile çözülmez. Mülteci çocuklarının eğitimi konusu bunlardan biridir. Mültecilere istedikleri kadar para ve iş imkânı sağlansa, ama çocuklarının eğitimi ihmal edilse uzun dönemde bu ihmalin faturasını hep birlikte ödemek durumunda kalırız.
Kayseri’de yapılan bir araştırmaya göre okula gitmesi icap ettiği halde bu imkânı bulamayan ve eğitim almayan Suriyeli çocukların nispeti yüzde 67 civarındaymış. Yani 100 öğrenciden 67’si okulda olması gerektiği halde sokakta vakit geçiriyormuş.