Eğitim sisteminden yana şikâyetçiyiz, ama bu şikâyetleri nasıl
sona erdireceğimizi, işe nereden başlayacağımızı tam olarak
bilemiyoruz.
Okul binalarını yenileyip sınıflara ‘akıllı tahta’ koyarak ya da
mecburî eğitim yılını arttırarak sistemi düzelteceğimizi
düşünüyoruz. Ancak netice değişmiyor, şikâyetler bitmek yerine
belki de artıyor.
Aslında bunun cevabı basit, ama yapması zor: “Eğitimi düzeltmek isteyen işe öğretmenlerden başlamalı.”
Nitekim eğitim sistemi noktasında başarısı kabul edilen ülkelerden olan Finlandiya öyle yapmış. Eski, ama tazeliğini koruyan bir Finlandiya tablosu var karşımızda:
“Bundan aşağı yukarı 40 yıl önce gerçekleştirilen bir reformun sonunda doğmuş Finlandiya’nın eğitim sistemi. (...) Sistemin felsefesinde ‘eğitmek’ yok; çocuklar daha bebeklikten itibaren ‘öğrenmeyi öğreniyor’lar. Okul öncesi eğitim zorunlu değil, ama okullaşma oranı yüzde 100. Okul çağı orada beş yaşında değil, yedi yaşında başlıyor. 9 yıllık zorunlu eğitimden geçiyor bütün çocuklar. Bu dokuz yılın ilk altı yılında hiçbir sınav yapılmıyor; çocuklar hiçbir biçimde akademik anlamda ölçülmüyor. (...)
“Bütün öğretmenler üniversiteden ‘master’ derecesine sahip. Öğretmenlik, ülkede doktorluk ve avukatlıkla eş prestije sahip bir meslek ve öğretmen olmak çok zor. (...) Ülkede üniversite mezunu oranı dünyanın en yükseklerinden, Avrupa’nın da birincisi. (...) Öğretmen, genel ilkelere uymak şartıyla dersi nasıl öğreteceği, hatta hangi ders kitabını seçeceği konusunda bile geniş bir otonomiye sahip. (...) Ve üstelik, Finlandiya’nın öğrenci başına eğitim harcaması, meselâ Amerika’dan yüzde 30 daha az!” (İsmet Berkan, Hürriyet, 9 Kasım 2013)
Türkiye’de faaliyet gösteren bir eğitim kurumu da bu anlamda bir çalışma yapmış ve bunu “Öğretmen değişirse dünya değişir!” sloganıyla özetlemiş. Geliştirilen bu sistemle öğretmenlerin, nitelikli ve kültürlü olmalarının yanında sürekli