Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının (YTB) Evliya Çelebi Gençlik Köprüleri Destek Programı çerçevesinde Almanya’dan Türkiye’ye gelen 475 genç Diyanet İşleri Başkanlığını ziyaret edip bir programa katılmış.
Öğrenciler için düzenlenen programda konuşan YTB Başkanı Mehmet Köse, “Memleket bilinciniz olmazsa, Almanya-Türkiye ilişkilerine katkınız da olmaz. Babalarınız ve dedeleriniz sayesinde sizler de oradasınız. Çocuklarınızın da size müteşekkir olması için onlardan daha fazla çalışmanız lâzım” tesbitini dile getirmiş.
Köse, konuşmasında Avrupa’da 30 milyon Müslüman’ın yaşadığını ifade ederek şunları da ilâve etmiş: “Bugün dünyada hâlâ İslamofobiden, ötekileştirmeden, ayrımcılıktan bahsediyorsak, hedef olarak gösterilen mesken ülkelerde birlikte yaşama olgusunun henüz yerleşemediğini görürüz. Sizler İslâm dinini Almanya’da, Avrupa’da temsil edecek insanlarsınız. Sizler sıradan bir göçmen aile çocuğu değilsiniz. Bu yüzden kurucu millet üyesi olarak Almanlara karşı ya da diğer milletlere karşı daha pozitif ve üretken olmalısınız. Bu sorumluluğun idraki içinde olmalısınız.” (AA, 30 Mart 2018)
Yurt dışında yaşayan gurbetçiler ve onların çocuklarının durumu başlı başına büyük bir meseledir. Hem de ülkemizin çok ihmal ettiği bir meseledir. Bu insanlara yıllarca ‘döviz getirenler’ olarak bakılmış ve yaşadıkları ülkedeki dertlerine çare aranmamış.
“Millete rağmen iş yapan bürokrasi, kendi vatanında yaşayan insanlara ‘insanca’ muamele yapmazken, gurbette yaşayan insanlara iyi muamele yapması beklenebilir mi?” diye çok haklı bir soru da sorulabilir. Maalesef ülkemizde ‘Almancı’ gurbette de ‘yabancı’ görülen kalabalık bir nüfusa sahibiz. Bu ilgisizliğin faturasını sadece gurbette yaşayan insanlarımız ödemiyor. Çok iyi bir tanıtma ve iyiye örnek olma inkânını heba ettiğimiz inkâr edilebilir mi? Avrupa’da yaşayan milyonlar halleriyle ‘Müslüman Türkiye’yi temsil edebilseydi ‘İslâm korkusu’ bu ölçede taban bulabilir miydi?
Hiç kimse ortaya çıkan bu tablodan gurbetçileri sorumlu tutmasın. Asıl kabahat, asıl sorumluluk bu meseleyi gündemine almayan idarecilerdedir. Bu ülkelerde yaşayan insanların ihtiyaçlarını dikkate almadan bunları sadece ‘döviz kaynağı’ olarak gören anlayışın hem bu millete hem de gurbetçilere özür borcu vardır. Güzel örnekler ortaya konulabilseydi bugün ihtiyat duyulan ‘dost’ların sayısı çok daha fazla olmaz mıydı?
Bilhassa Avrupa’da yaşayanların inançlarımızı temsil noktasında büyük sorumlulukları vardır. Sözden ve slogandan ziyade öze, fiile ve icraata dikkat etmek gerek. “Emin” olduğumuzu gösterebilmiş olsak AB yolu çok daha kolay katedilmez miydi?