Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu terör belâsı en büyük
meselelerden biridir, belki de birincisidir. Terörü sona erdirmeden
maddî ve manevî kalkınmayı sağlayabilmemiz de mümkün değil.
Elbette terörün sona erdirilmesinin kolay olmadığını biliyor ve
kabul ediyoruz. Bu belâyı sona erdirmek ne kadar önemliyse, bunu
yapabilmek de o ölçüde zordur, zahmetlidir. Hele hele Türkiye gibi
terörün dış mihraklarca da desteklendiği bir yerde bunu yapmak
biraz daha zordur. Bununla birlikte terörü mutlak surette sona
erdirmek de şarttır. Ne yapıp etmeli ve terörü Türkiye gündeminden
çıkarmak durumundayız. Tabiî ki bunu terör hadiselerini görmeyerek
ya da inkâr ederek değil, ‘terör bataklığını’nı kökten kurutarak
tedbirleri alarak yapabiliriz.
Hemen her gün terör sebebiyle askerlerimiz, polislerimiz ya da sivil insanlar ölüyor, şehit oluyor. Neredeyse yarım asırdır bir kısır döngü içindeyiz. Türkiye’yi idare edenler “Terör bitti, bunlar son çırpınışları” şeklinde açıklamalar yapıyor, ama şehit haberleri durmak bilmiyor.
Aradan bunca yıl geçtikten sonra “Biz hadiseye yanlış teşhis koymuşuz” diyen bir idareci çıkar mı? Uygulanan politikalara bakınca ister istemez “Teşhiste bir yanlışlık mı var?” sorusu akla geliyor. Bir hastalık neredeyse yarım asırda boyunca tedavi edilemez mi? Türkiye’nin imkânları bu hastalığı teşhis ve tedavi için yeterli olsa gerek. Bataklıktan yeni teröristler çıkıyorsa yanlışlarda ısrar etmenin bir anlamı var mı?
Geçen gün yaşanan bir hadise hepimize ders olmalı, ders vermeli. Dönemin cumhurbaşkanıyla kucaklaşan bir gencin daha sonra dağa çıktığı, terörist olarak öldürülmesinden sonra anlaşılıyor. (İlgili haber: Operasyonda ölü ele geçirilen 13 PKK’lı teröristten birinin, 7 yıl önce ortaokul öğrencisi iken, Tunceli’yi ziyaret eden dönemin Cumhurbaşkanı ile kucaklaşan kişi olduğu ortaya çıktı. http://www.haberturk.com, erişim: 25 Ekim 2016)