Hayat, “vedalar ve kavuşmalar” üzerine örgülenmiş bir süreçtir.
“Ruhlar alemi”ne veda edip “dünya”ya kavuştuk. Dünyaya veda edip“ahiret”e kavuşacağız. “Kabir”e veda ettiğimizde, “amel defterimiz”de ne yazdığına göre, “Cennet”e kavuşacağız veya -Allah korusun-,“Cehennem”e!..
Veda, “kavuşma”nın ön şartı. Ancak “vedanın hüznü” ile “kavuşmanın sevinci” o kadar iç içedir ki, insan kavuşmanın sevinci için bile vedanın hüznünü göze alamaz bazan. Çünkü kavuştuğun şey, terk ettiğinden daha değerli olmayabilir; ya da “kavuşmaya rağmen terk etmek” çok zor gelebilir.
Önemli olan, “hüznü sevince dönüştüren vedalar”dır; onun için vedayı kavuşmaya götüren, “sevincin büyüklüğü”nden ziyade, “hüznün katlanılabilirliği”dir.
Örneğin Rasulullah Efendimiz, Kabe’sinden, Mescidinden, Sahabesinden, Aişe’sinden, Hasan ve Hüseyin’inden, ümmetinden ayrıldı, dünyasına veda etti. Ancak bütün bunların hüznü, “Rabbine kavuşmanın sevinci” yanında katlanılabilirdi.
Demek ki, “neye, ne kadar veda” ettiğinden ziyade “neye kavuştuğun” ve“kavuştuğun ile veda ettiklerin arasındaki değer farkı” çok önemli. Bir önemli şey de, veda ettikten sonra geriye ne bıraktığın; ardından ne denilip, nasıl anılacağın!... İşte Rasulullah (sav), “Veda Hutbesi”nde bakın neler bıraktı veda ettiklerine: