Atkestanelerinin, çınarların, kavakların sararmaya başladığı, serin rüzgârların estiği, denizin biteviye çalkandığı, lacivertin hırçınlaştığı, kurşuniye dönüştüğü, derin gök gürültüleri, ürpertici, öfkeli şimşekler eşliğinde yağmurların yağdığı, kara kara bulutların gökyüzünü sardığı aydır eylül. Eylülün habercisi günler, ağustosun ikinci yarısından itibaren başlar.
En güzel eylül tarifi, Mehmed Rauf’un “Eylül” romanındadır:
“Eylülde, sanki bahara hasret çeken üzgün bir tazelik, sanki üzerine çöken kışa, kendini mahvetmek isteyen sonbahara rağmen devam etmek, yine bahar olmak mücadelesi vardır; fakat bunun muhtaç olduğu şeylerden mahrumdur. (…) Ne renk, ne de güzel koku! İşte yapraklar ölüyor… Rüzgâr insafsız, yağmur inatçı, her şey çürüyor!”
Atkestanelerinin, çınarların, kavakların sararmaya başladığı, serin rüzgârların estiği, denizin biteviye çalkandığı, lacivertin hırçınlaştığı, kurşuniye dönüştüğü, derin gök gürültüleri, ürpertici, öfkeli şimşekler eşliğinde yağmurların yağdığı, kara kara bulutların gökyüzünü sardığı aydır eylül.
Eylülün habercisi günler, ağustosun ikinci yarısından itibaren başlar. Havalar döner. Rüzgârlar üfürür, güneş ışınlarının tonu, bir başka parlar… Yazın buğusu, pusu temizlenir, berraklaşır gökyüzü ve seyretmeye doyamadığım ufuk çizgisi… Akşamüzerleri ise sonbaharın sarı rengi yapışır her şeyin üzerine…