Geçtiğimiz hafta Erzurum’dayken gittiğim mekânlarda kıtlama
keyfi yapmak istedim (çayı aslında şekersiz içerim) mümkün olmadı.
Halbuki, yıllar önce çaylar, kıtlama şekeri ile birlikte servis
edilirdi… Bu özel, zor eriyen şeker, ağzın içinde tutulur, çay öyle
yudumlanırdı…
Bu arada, şeker kullanılmadığından çay kaşıksız geldiği için kaşığı
ters çevirip bardağın üzerine koyunca “artık istemiyorum” anlamına
gelen gelenek, bardağın yan bırakılması ile sürerdi Erzurum’da…
İkisiyle de karşılaşmadım…
Tatlı bir şeyin çaya eşlik etmesi, aslında eski bir gelenek… Çayla birlikte üzüm, dut, erik, kayısı gibi meyvelerin kurutulmuşları yenmiş uzun seneler boyunca… Hâlâ bu gelenek, örneğin Azerbaycan’da sürüyor…
Sonraları, akide şekeri ile çay içilmeye başlanmış. Akide iri olduğundan ısırılarak kırılıyor, yani kıtlanıyormuş… Ne zaman ki kolay eriyen fabrika şekeri üretilmeye başlanmış, maliyetler düşmüş, şeker her eve girer olmuş. Bu gelenekler de kaybolmaya yüz tutmuş…
Kıtlama çay içilmesinin nedenlerinden birisi de şekerin o yıllarda çok bulunmaması, pahalılığı olsa gerek. Günde 20-30 bardak, ama demli olmayan, açık çay içen Erzurumlular, ne kadar az şekerle çaylarını yudumlarlarsa her halde o kadar ekonomikti…
Ben, demin de söylediğim gibi, şekersiz çaydan yanayım… “Çaya şeker atılmaz, eğer acı geliyorsa, içmeyeceksin” diyorum… Çünkü, şeker koyunca içilen, çay olmuyor, başka bir sıvıya dönüşüyor…