Çocukken en sevdiğim çizgi roman “Les Aventures de Michel Vaillant”, yani “Michel Vaillant’ın Maceraları”ydı.
Michel Vaillant, ünlü bir spor otomobil üreticisinin yarış pilotu olan oğluydu.
Çizgi roman, yarış otomobilleri dünyasında geçen çeşitli hikâyelerden oluşuyordu.
Bildik tipte yarışçılar, güzel kızlar ve iyi eğitimli, zengin, burjuva veya aristokrat ailelerin çevresinde dönüyordu maceralar.
Hikâyelerden birinde, Michel Vaillant ve diğer yarışçılar 24 saatlik Le Mans yarışlarına hazırlanırken, birdenbire ortaya o güne kadar hiç görülmedik, adı duyulmadık bir takım çıkıyordu.
Bildik “beyaz” yarış çevresi dışından gelen, karanlık görünümlü otomobil yarışçılarıydı ve önce hiç kimse bunları ciddiye almıyor ve gülüyorlardı.
Fakat bu “kara” takım, “beyazların” egemen olduğu pistte hepsini alt ediyor, en iyi dereceleri yaparak kalkışta ilk sıraları elde ediyordu.
“Beyaz yarış dünyasında” büyük panik vardı.
ABD Başkanı Trump’ın adaylık ve başkan seçilmesini sürecini hep Michel Vaillant’ın o macerasında birdenbire ortaya çıkan ve “dışarıdan” gelen takıma benzetiyorum.
Herkesin güldüğü, ciddiye almadığı ve aslında ciddiye alınacak bir tarafı da pek olmayan Trump, tahminlerin aksine ABD Başkanlığı’nı kazandı.
Kazandıktan sonra yine farklı ümitler beslenip farklı tahminler yapıldı:
“İkincil seçmenler Trump’ı seçmeyecek.”
Bu tahmin de boşa çıktı.
Trump koltuğa oturdu.
Oturur oturmaz da Amerika’nın geleneklerine, anayasasının ruhuna ters her şeyi yapmaya başladı. Sistemin kurallarını zorlamaya, kendi bildiğini dayatmaya kararlıydı.
Son olarak FBI Başkanı’nı görevden aldı. Hem de partisinin karşı çıkmasına ve tepki göstermesine rağmen.