Yazıya başlarken, oluşabilecek yanlış anlamaları baştan bertaraf etmek amacıyla söyleyeyim.
“Bana göre Ayasofya, insanlığın ortak mirası, peş peşe biri Hıristiyan, diğeri Müslüman iki Roma İmparatorluğu’nun en görkemli ibadet mekânı kimliğiyle müze olarak kalmalıdır.”
Ancaaaaak!
Kimse unutmasın ki, Ayasofya adındaki mabet, 564 senedir Türkiye diye bilinen ülkenin sınırları dahilindedir.
Ömrünün yaklaşık 1000 yılını kilise olarak geçirmiş, daha sonra İstanbul’un fethini takiben 481 yıl boyunca cami olarak inananların mekânı olmaya devam etmiştir.
Üstelik de 16. yüzyılda Osmanlı Mimarbaşı Sinan’ın statik açıdan güçlendirici müdahalesi olmasaydı, bugün Ayasofya diye bir yer olmayacak, yüz yıllar önce yıkılıp gitmiş olacaktı.
Bu mabet, geçen yüzyılın ortalarında, 1934 yılında Türk milletinin bir alicenaplığı olarak müzeye çevrilip tüm insanlığa armağan edildi.
Çok da iyi yapıldığı kanaatindeyim.
Şimdi orada bir akşam Müslümanlar dua etti diye Yunanistan’ın kıyamet koparmaya zerre hakkı yoktur.
Yunanistan, ne Bizans diye anılan Doğu Roma İmparatorluğu’nun mirasçısıdır, ne de Ayasofya’nın hamisi ya da bir dönemliğine bile olsa hâkimidir.