Tarım Bakanı Pakdemirli’yi dinledim.
Özellikle de et ile ilgili söyledikleri dikkatimi çekti.
Bakan Türkiye’de et tüketiminin 2002 yılında kişi başına 6 kg olduğunu, bugün artan refahla birlikte kişi başı tüketimin 15 kilograma çıktığını ve bu nedenle ithalat yapıldığını anlattı.
Ve “Balık ve tavuk yemeye yönelmemiz lazım” dedi.
Ben de şöyle biraz araştırdım.
Dünyada et tüketiminin en yüksek olduğu yerler genelde Güney Amerika ülkeleri.
Kişi başı en büyük tüketimi yapan ülke Uruguay.
Onu takip eden komşusu Arjantin ve hemen ardından Brezilya.
ABD ise 4. sırada.
Bu ülkelerin et tüketiminde ağırlık sığır etinde. Onu domuz, tavuk ve koyun eti takip ediyor.
Okyanus'un bu tarafına geçince et tüketiminde ilk sırayı İsrail alıyor ama ilginçtir İsrail’de tüketim, ağırlıklı olarak tavuk eti.
Tavuk tüketiminin toplam et tüketiminde ağırlıklı olduğu bir diğer şeriat ülkesi Suudi Arabistan.
Türkiye et tüketiminde OECD ülkeleri arasında orta sıralarda.
Türkiye’nin 2017 yılı verilerine göre et tüketimi kişi başı yıllık 8.3 kilogram sığır, 4.1 kilogram koyun ve 17.9 kilogram tavuk.
Kırmızı et tüketimimiz 15 değil, 12.4 kg/yıl.
Ben kendi adıma Bakan Pakdemirli’ye katılıyorum.
Bugün artık kırmızı et tüketimi “ayıplanan” bir mesele haline geldi.
Gelişmişlik göstergesi olmaktan çıktı, tam aksine dünyaya karşı işlenen bir suç, bir çevre düşmanlığı oldu.
Kırmızı et tüketim talebi ve buna bağlı olarak artan üretim, doğal kaynakların ve tatlı su kaynaklarının gereksiz tüketimine ve üretimin saldığı sera gazları nedeniyle çevre felaketlerine yol açıyor. Medeni toplumlar, kırmızı et tüketimini daha düşük oranda tutup, tavuk ve balık gibi çevreye daha az zararlı hayvansal proteinlerin yanı sıra, bitkisel protein kaynaklarına yöneliyorlar.
Türkiye’nin de yapması gereken bu.
Tabii bizim bir yandan da sığır eti yerine, coğrafyamıza daha uygun koyun eti üretimine ağırlık vermemiz de gerekiyor.
Türkiye’de asıl mesele ise tüketim miktarında değil.
Asıl olan “et tüketiminin demokratikleşmesi”.
Yani düşük gelir gruplarının da hayvansal proteinlere erişebilmesini sağlayacak fiyatların oluşmasını sağlamak.
***
Balık hali izlenimleri
Madem konuya etten girdik, etten gidelim.
Bakan Pakdemirli “balık eti” dedi ya.
Size bir tanıklığımı anlatayım.
Geçen hafta perşembe gecesi ya da cuma sabaha karşı İstanbul Balık Hali’ne gittim.
Küçükçekmece ile Büyükçekmece arasında, bizim çocukluğumuzda ava gittiğim Angurya merasının denizle birleştiği yerde, Gürpınar’da şahane bir tesis.
Gece 01.00 ila sabaha karşı 04.00 arasında 3 saat geçirdim Balık Hali’nde.
Kamyonlarla ve teknelerle tonlarca balık geldi.
Gelen balıklar arasında az miktarda lüfer, bol miktarda çinekop da vardı.
Lüferin az olmasına hiç ama hiç şaşırmadım.
Çünkü çinekop diye tezgahlara koyulan balıkların boyutları beni çok şaşırttı.
20 cm’nin altındaki balıkların avlanması yasak olmasına rağmen, çinekopların büyük bölümünün boyu bırakın 20 cm’yi, 10 cm’yi zor buluyordu.
İstavrit kraçasından küçük çinekopları görünce gözlerime inanamadım.
Hem de kasalar dolusu.
Ortalıkta yasağa uyulup uyulmadığını denetleyecek tek bir görevlinin bile bulunmaması beni daha da büyük hayrete düşürdü.
Bazı balıkçılara “Bunlara avlamak yasak değil mi?” diye sordum.
“Yasak ama ağdan çıkıyor atalım mı?” yanıtı aldım.
“Ağlarınızı buna göre yapmıyor musunuz” soruma ise yanıt veren olmadı.
Benim ziyaretimden iki gün sonra Balıkhane’ye görevliler gitmiş ve ceza kesmişler, küçük balıklara da el koymuşlar.
İyi de orada her gün bir görevli bulundurmak çok mu zor?
Arada bir baskınla bu işler çözülür mü!
***
Rezaletin büyüğü heybede
Herkesin bildiği sırrı Sevilay Yılman ifşa etti.
“Ayşe Arman röportajlarını para karşılığı yapıyor.”
Doğru ve bu bir sır değil.
Ancak Ayşe Arman’a haksızlık yapmayalım.
Bu durumu gazetesi de biliyor ve gazetesi de bu işten para kazanıyor.
Dünyada bunun örnekleri var.