“İkİ okyanusun ve iki dünyanın kesişme noktasında olan imparatorluk başkenti İstanbul,
iki safir ve iki zümrüt arasına yerleştirilmiş olan bir elmasa benzer ve evrensel imparatorluk yüzüğünün en kıymetli merkez taşını oluşturur.”
1830’lu yıllarda Çanakkale, Marmara, İstanbul ve Ege’yi gezen Sir Grenville Temple’ın yazdığı “Akdeniz’de Geziler” kitabından aldım bu cümleyi.
Bir İstanbul anlatıyor ki...
Bugün hayal bile edemeyiz...
İşte bir örnek:
“Boğaz’ın güzellikleriyle ilgili kendimce oluşturduğum tüm düşünceler, gerçeğine yenik düşmüştü. Hayret verici bir güzelliğe sahip olan Avrupa yakası hâlâ güzellik konusundaki zaferi Asya kıyısına bırakmıyordu. Fakat her iki tarafta da güzel ve ihtişamlı köyler, muazzam kasabalar, topçu bölükleri, imparatorluk sarayları, köşkler, özel villalar, camilerin yükselen kubbeleri ve ince minareleri, sayısız çeşitteki ağaç ve bitkilerin yemyeşil yaprakları, ormanlar, serviler, her yönde etkileyici vadilerle iç içe geçmiş tepelerin o çarpıcı ve zarif siluetleri daha çok durgun göllerden oluşan bir sıra gibi görünen Boğaz’ın kendisinin o tertemiz güzelliği, gökyüzünün berraklığı, hayal edilebilecek en muhteşem masalsı manzarasını oluşturuyordu...”