AVRUPA Parlamentosu Başkanı Martin Schulz "Türkiye'ye yaptırım
meselesini konuşalım" dediği saatlerde...
Ben Tuzla’da dünyanın en büyük yüzer enerji santralını uğurlama
törenindeydim...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tören alanına girmesini beklerken,
Başbakan Binali Yıldırım’la sohbet ediyoruz...
Başbakan’a kısa bir soru sordum:
m Kuzey Irak operasyonunda bir sıkıntı ihtimali var mı?
Cevap kısa ve net oldu:
- Her şey planladığımız gibi gidiyor. Ama daha açığını söyleyeyim;
teröre prim verene, bu operasyonu kesene karşı bir tek sözümüz
olur: Tepelerine bineriz.
Tuzla’da Başbakan’la sohbetten çıkan özet cümle şu:
“Sonuna kadar kararlılık...”
Şimdi Avrupa Parlamentosu Başkanı’nın bu ‘yaptırım tehdidine’
gelebilirim.
1) Bu tavır diplomasiye ve Avrupa kültürüne yakışmamıştır.
2) Çünkü Avrupa’nın bu ‘yukarıdan bakan’, ‘buyurgan’, ‘sömürgen ve
kemirgen’ tarzı nefretten başka bir şey yaratmıyor...
Ben Tuzla’da dünyanın en büyük ‘power-ship’lerini uğurlama
törenindeyken...
Her biri 500 megavatlık yani 500 milyon dolarlık gemileri...
Myanmar’dan Uganda’ya kadar birçok ülkeye gönderirken...
500 megavatlık bir gemi iki buçuk milyonluk bir şehri
aydınlatacakken...
Bu Türk firmasının dünyadaki en büyük rakibinin ABD olduğunu
bilirken...
ABD’nin Çin’le ortaklık kurup Myanmar’daki ihaleyi almak üzere
Türkiye ile yarıştığını bilirken...
Türk firmasının bu yarışı kazandığını yerinde görürken...
Ve mesela...
İngiltere’nin bazı şehirlerini aydınlatmak için Türkiye’den bu
gemileri sipariş ettiğine gözlerimle Tuzla’da tanık olurken...
AB Parlamentosu Başkanı’nın ‘Türkiye’ye yaptırım’ sözü çok ucuz
kalmıyor mu?
Yani buradaki AB elçileri bu gerçeği merkezlerine iletmiyorlar
mı?
Yüzer santralı ithal eden Gana’nın elçisi oradaydı...
Nasıl mutlu, nasıl gururlu, nasıl sahici bir arkadaşlık
halindeydi...
Çünkü, Gana bugüne kadar Avrupa’dan aldığı jeneratörlerle
elektriğin birimine 30 sent ödüyormuş.