AZİZ Yıldırım Silivri’den çıktıktan hemen sonra kısa bir sohbet
yaptık.
Telefonda aynen şöyle diyordu:
“Bu benim şahsi meselem değil. Fenerbahçe’nin meselesidir. Bu,
Cumhuriyet’in meselesidir. Ama bakın hâlâ korkanlar var. Niye gelip
şikâyetçi olmuyorsun? Kimden korkuyorsunuz? Kulüplere sesleniyorum.
Serdal Adalı’ya sesleniyorum. Gelin kardeşim, bu mücadeleyi verin.
Bu kumpas yalnızca bana, Fenerbahçe’ye kurulmadı ki. Bütün
kulüplere kuruldu. Türk futboluna kuruldu.”
Yıldırım konuşurken. Bir an geri gittim.
Metris’te bir öğleden sonraya...
Bir sürü demir kapıdan geçip yanına gitmiştim.
Bir cam bölmenin arkasından telefonla konuşmuştuk.
O zamanki hava, cezaevinden yıllarca çıkamayacak gibi esiyordu.
Onu gözaltına alıp tutuklayan hâkimler, savcılar, imparator gibi
geziyordu.
Ama o yine aynı ses tonuyla ve aynı kararlılıkla, aynı şeyleri
söylüyordu:
“Yahu her şey ortada. Yokmuş gibi davranıyorlar. Paraymış,
silahmış. Hepsi kumpas. Bunu yapanlar elbette hesabını verecekler.
Bunların derdi Aziz Yıldırım değil. Bunların derdi, Fenerbahçe’yi
ele geçirmek. Cumhuriyet’i ele geçirmek. Yaşadığım sürece peşlerini
bırakmayacağım...”
İnsan ne zaman çıkacağını bilmediği bir hapiste biraz endişelenir
değil mi?
Ama hayır...
Onca baskıya, güç kullanımına rağmen Aziz Yıldırım cesurca
konuşuyordu.
Başka şeyler de söylemişti ama “Şimdi yazma” demişti.
O zaman da sormuştum.
Şimdi yine soruyorum:
“Aziz Yıldırım’a bu kumpası kuranlar, acaba onun yerine kimi
düşünmüşlerdi?”
Bu davanın önemli sorularından birisidir bu.
Bu sorunun cevabı bulunmadan, bu dava tamamlanmış sayılmaz.