O dijital dedikoducu ısrarla yükleniyor.
"Şu kadar şehit var."
Diğeri sallıyor:
"Sayı yüksek, saklıyorlar. Aslında falanca kadar şehit var."
O sırada asker analarının, kınalı kuzu babalarının yüreği
ağızlarında.
Hıçkırıklarına tutunmuş bekliyorlar...
Zaten kalbimiz gözyaşlarımızın ucunda atıyor...
Zaten o çocukların yanık bedenleri ruhumuzu yakıyor...
Zaten 'ölüm yorgunu'yuz...
Zaten öfkemiz çelik bir tırpan gibi sabrımızı delik deşik
ediyor...
Zaten acıyla kararmışız...
Zaten bunalmışız...
O 'dijital dedikoducu' hâlâ soruyor:
"Dağlıca'da kaç şehit var?"
Söyle... Söyle... Söyle...
Bir tweet "40" diyor.
Bir yabancı ajans "16" diye sallıyor.
Soran sorana... Söyleyen söyleyene...
Bu acımasız ve sabırsız ve vicdansız ve aceleci ve ecelci soruları
görünce içimden avazım çıktığı kadar bağırmak geldi:
"Yahu arkadaş, dur biraz. Benim için 1 şehit yetmez mi!?... Bir
kalp, bir kınalı kuzu bakışının sönmesi yeter... 10 olunca öfkem
göz pınarlarımı kanatacak. Daha fazla olsa ruhum katılıp kalacak...
Ama nedir bu 'sayı' telaşı!?..."
Elbette şehitlerimizin sayısı açıklanmalı.