TÜRKİYE yeni bir 'diplomasi anlayışı'na giriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerinden anlıyoruz ki...
Ankara artık, ‘dur bakalım ne olacak’ döneminden...
‘Sabrımızı test etmeyin’ bekleyişinden...
‘Şikâyetlerimizi ilgili devletlere en sert şekilde ilettik’
silikliğinden...
“Bu durumu teenniyle karşılıyoruz” türünden belirsiz açıklamalardan
uzaklaşıyor.
Aslında biraz dikkat ederseniz...
Geçmiş dönemlerde yapılan bu açıklamalar dış politika kaygısıyla
değil, iç politika kaygısıyla yapılırdı.
Yabancı ülkenin büyükelçisini bakanlığa çağırıp “En sert ifadelerle
gereken yapılacak” diye yazılı açıklama yapılması iç kamuoyunda
yükselen gazı almak içindi...
Muhalefetin ağzını kapatmak için söylenirdi.
Şimdi olay kökünden değişiyor.
Öyle anlaşılıyor ki, artık diplomasi güçle birlikte
götürülecek.
Çünkü bu bölgede güç göstermeden diplomasi göstermek, tahta kılıçla
yel değirmeni aramaktan farksızdır.
Yıllarca Öcalan’ı elinde tutan Suriye’ye karşı yapılan buydu.
Ve sonuç alınamadı.
Kıbrıs’ta Türkiye güç göstermeseydi, KKTC olabilir miydi?
Siz dünya tarihinde, güç olmadan yalnızca diplomatik yolla alınmış
bir hak gördünüz mü?
Ancaaaaakkk...
Güç ve diplomasi arasında çok hassas bir denge vardır. Ateşle
barutu bir arada tutacaksınız ve eliniz yanmayacak.
Zamana, yere, uluslararası duruma göre değişen bir dengedir bu.
Zamansız bir güç gösterisi, diplomatik felakete dönüşebilir.
Güç göstermeden yapılan diplomasi de ‘eziklik’ olarak
algılanabilir.
Türkiye bugün 1250 kilometrelik sınırında yaşanan ‘büyük oyunların’
en hassas noktasındadır.
Musul, bu dengenin kırılma noktasıdır.
O nedenle ‘güç’ ve ‘diplomasi’ kuyumcu işi bir hassasiyetle
götürülmelidir.