Döviz kurunda yukarıya doğru keskin hareketin nedenleri tartışılıyorken bazen “iç rahatlatıcı” olarak hareketin bir kısmının dış nedenlerden kaynaklandığı dile getiriliyor. Seçim yaklaşıyor ya; kimine göre “hareketin bir kısmının” değil, “asıl belirleyicisinin” dış nedenler olduğu iddia ediliyor; zaten gelişmekte olan her ülkede de benzer hareketler yaşanıyor onlara göre. Karşı kanıt olarak Türkiye’nin yılbaşından ya da ne bileyim mayıs ayının başından bu yana Arjantin’den sonra parası en fazla değer kaybeden ülke olduğu gerçeğine işaret ediliyor. Ekleniyor: Arjantin’i saymayın, zaten IMF’nin kapısında.
Sonuçta bakarsanız, “asıl belirleyici” görüşü bir tarafa bırakılırsa, söylenenlerin hepsinin yaşananlarla yakından ilgisi var. Peki, öyle değil ama diyelim ki kurdaki “çılgın” gidişin tek sorumlusu dış koşullar ve çoğu yükselen piyasa ekonomisini benzer biçimde etkiliyor bu koşullar. İçimiz rahatlasın mı?
Neden rahatlasın ki? Marifet, dış olumsuz koşullardan etkilenmeyecek ya da çok az etkilenecek bir hale getirmek değil mi ekonomiyi? Evinizin çatısındaki kiremitlerin kırık olduğunu ve bu nedenle yağmur yağınca tavandan içeriye boyuna su girdiğini düşünün. Evdeki çoluk çocuğa “ne yapayım; yağmur (dış koşullar) nedeniyle evi su bastı” mı diyeceksiniz? Kiremitleri neden güneşli günlerde değiştirmediniz?
Olanı biteni görenler açısından döviz kurundaki “çılgın”
gidişatın nedenleri çok açık: Birincisi, büyük gelişmiş ülkeler
para politikalarını ya sıkılaştırıyorlar (ABD) ya da sıkılaştırmak
üzereler (Euro Bölgesi). ABD tahvil faizleri yükseliyor. Böyle
dönemlerde olduğu gibi, çoğu yükselen piyasa ekonomisine dış kaynak
girişi azalıyor. Söz konusu ülke diğerlerine kıyasla daha çok
riskli ise yeni dış kaynak gelmediği gibi vaktiyle gelenin bir
kısmı çıkıyor. İkincisi, Türkiye’nin ABD ve Avrupa Birliği ile
sorunlu ilişkileri. Türkiye’ye ilişkin risk algılamasını
yükseltiyor.
Üçüncüsü, ülkedeki kutuplaşma ve hukuk sistemindeki sorunlar bir
yandan Türkiye’ye ilişkin belirsizlikleri artırıyor, diğer yandan
yatırım ortamını bozup, ekonomimizin geleceğine ilişkin soru
işaretlerini çoğaltıyor. Dördüncüsü, Türkiye, büyüme potansiyelini
yükseltmek içim adım atmadı. Buna karşın, beşincisi, yurtdışından
“bol kepçe” para akan dönemde potansiyelinin üzerinde büyüyebilmek
(sürdürülemez bir durum) için çok fazla borçlandı. Özellikle
şirketlerin dış borçları keskin biçimde yükseldi.
Altıncısı, Merkez Bankası enflasyonla mücadele etmedi. Yedincisi, Merkez Bankası’nın kanununda yazılan “araç bağımsızlığı”nın kağıt üzerinde kaldığı, gerektiğinde faiz artıramayacağı algısı arttı. Sekizincisi, maliye politikası gevşemeye başladı. Son zamanlarda ise seçim ekonomisi uygulamaları çoğaldı. Dokuzuncusu, Türkiye’nin kredi notu düşük düzeylere indi. Onuncusu, bankaların kredi alacaklarında bazı sorunlar olabileceğine dair işaretler arttı: Önemli kredi alacak yapılandırmaları basına yansıdı.