Hazine gösterge tahvilinin faizi yüzde 20’ye, temel enflasyon yüzde
13’e, dış borç 453 milyar dolara (gayri safi yurtiçi hasılamızın
yüzde 53’üne) ulaşmış vaziyette. Büyüme yüksek diye övünüyoruz; bu
üç rakam bile bu büyümenin sürdürülebilir olmadığını gösteriyor.
Üstelik, son yıllardaki dış borç artışının önemli bir kısmı inşaatı
ve tüketimi finanse etti; geleceğin üretim tesislerini değil.
Farklı bir ifadeyle büyümenin kalitesi yok. İşsizlik oranı ise
yüzde 10’un altına düşmemekte inat ediyor. Bu tabloya bir de şu
açıdan bakın: Dış ekonomik koşullar kırılgan ülkelerin lehine
gelişmiyor. ABD Merkez Bankası faiz artırıyor ve bilançosunu
küçültüyor. Yakında Avrupa Merkez Bankası da aynı yolda
ilerleyecek. Bol kepçe para dönemi bitti. Yabancı sermaye artık
daha seçici olacak; kırılgan ülkelerden uzak durmaya çalışıp
güvenli limanlara doğru yelken açacak. Hatta açmaya başladı bile.
Türkçesi: Ekonomilerinin çarklarını makul bir hızda çevirmek için
dış kaynağa (dış borca) muhtaç ülkeler kırılganlıklarını ikna edici
biçimde düzeltmedikçe finansman ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk
çekecekler; büyüme oranları zorunlu biçimde düşecek. Yok, ikna
edici adımlar atmayıp bir de saçmalarlarsa ekonomileri durgunluğa
girecek. Bu dış koşullara bir de Türkiye’ye özgü dış koşulları
ekleyin: Avrupa Birliği ile sorunlu ilişkileri, ABD ile limoni
havayı, Suriye’deki durumu… Önümüzdeki birkaç yıl Türkiye ekonomisi
açısından çetin geçecek. Bazı koşullarda ekonomimizin küçülmesi ve
işsizliğin sıçraması da...