Kimyaya meraklı olanlar bilir.
Maddelerin yapılarında iki türlü değişim olur.
Bir: Fiziksel değişim.
İki: Kimyasal değişim.
Fiziksel değişimde, maddenin dış görünüşü etkilenir. İç yapı bozulmaz. Mesela mumun erimesi buna örnek gösterilir.
Kimyasal değişimde ise öz başkalaşır. Yeni bir madde çıkar ortaya. Kâğıdın yanması gibi... İşte biz buna kimyasal tepkime diyoruz.
Sanırım kamuda 'metal yorgunluğu' değil, bir 'kimyasal tepkime' ile karşı karşıyayız.
Kulağımıza gelen o kadar örnek var ki...
Hangisini söyleyeyim.
Birisine çok şaşırdım.
Anlatmadan geçemeyeceğim.
İstanbul’dan dört üst düzey belediye yöneticisi Ankara’ya gitmiş.
Onları almaları için havaalanına dört Volkswagen Passat marka araç göndermişler. Ki çoğu yerde makam aracı olarak Passat tahsis ediliyor.
Konukları almaya giden araçlardan üçü siyah, biri beyaz renkteymiş.
Müdürlerden biri "Benimki niye beyaz. Ben de siyah isterim" diye ortalığı birbirine katmış.
Diğeri "Ne fark eder birader" diye çıkışınca "O zaman ver siyahı, al beyazı" diye cevap vermiş.
Kriz, iki saat sonra yeni bir siyah araç gelince çözülmüş.
'Andımız' ihtimalleri
Danıştay 8. Dairesi, 2013'te tarihe karışan "öğrenci andı"nın kaldırılmasıyla ilgili düzenlemeyi beş yıl sonra iptal etti.
Bu, nereden bakarsanız bakın, iyi niyetten uzak bir karar.
Her şey bir yana memleketi gereksiz bir tartışma ortamının içine soktu.
Kararın kime, neye hizmet ettiğini anlamak için biraz zaman gerekecek.
Dört ihtimal var.
BİR: Yargıda 'Ulusalcı refleks' ataktadır. Birileri muhafazakârların kazanımlarını tek kalemde yok etmek için, küllerden kıvılcım çıkarma derdindedir.
İKİ: Bu, AK Parti tabanını konsolide etmek için atılan bir adımdır. Nitekim söz konusu dairenin üyelerinin tamamına yakını 17-25 Aralık'tan sonra atanmıştır.
ÜÇ: Karar, AK Parti ile MHP'yi karşı karşıya getirmeye, ittifakı bitirmeye dönük bir adımdır. Ki, hem AK Parti hem de MHP'den gelen tepki maksadın hasıl olduğunu göstermektedir.
DÖRT: Yargı bildiğini okur.
Keşke...
Keşke "andımız"ı konuştuğumuz kadar...
* Neden eğitimde OECD ülkeleri arasında sondan dördüncü olduğumuzu...
* Neden fırsat eşitliğini sağlayamadığımızı...
* Neden çocuklarımıza Türkçeyi bile öğretemediğimizi...
* Neden üniversite sınavında 500 bin adayın barajı geçemediğini, 40 bin kişinin sıfır çektiğini...
* Neden dünyada ilk 500'e bir tek üniversitemizi sokamadığımızı...
* Neden mantar gibi çoğalan üniversitelerde işsizler ordusu yetiştirdiğimizi... konuşabilseydik.
Diktatörlük numunesi
Türkiye'nin diktatörlükle yönetildiğini, Erdoğan'ın muhaliflere yaşama şansı vermediğini yazıp duran Batı basını, diktatörlüğün nasıl olduğunu Kaşıkçı cinayetiyle gördü.
Suudlar İstanbul'un göbeğinde, sırf demokrasi istiyor diye, muhalif diye, bir gazeteciyi güpegündüz 'ortadan kaldırdılar'.
Bizde ise öyle bir demokrasi var ki...
Bırakın darbe çağrısı yapanları, bırakın sokağa tankları dökenleri, halka kurşun sıkanları, bir bomba ile 44 özel harekât polisini şehit edenleri bile 'içeride' paşalar gibi besliyoruz.
Başarı tesadüf değil
Ara Güler öldü. Türk basını önemli bir ismi kaybetti.
O kendini fotoğraf sanatçısı değil, foto muhabiri olarak görüyordu. Fotoğraftan sanat olmayacağını söylüyordu.
Bir insanı büyük ve kalıcı yapan şey, tutku, gayret ve kişisel kabiliyetler kadar şartlar ve zamanın da ona yardım etmesidir.
Ara Güler, kimsenin olmadığı 'yokluk' zamanında ortaya çıkmış, fotoğraflarıyla yakın tarihe şahitlik etmiştir. Bu yüzden öncü olmuştur.
Ama başarısı gayretinde gizlidir.
Mesela,
* Picasso'nun fotoğraflarını çekebilmek için yıllarca mücadele vermiş.
* Felç geçiren Charlie Chaplin'in fotoğraflarını çekmek için kapısının önünde üç gün beklemiş. Ünlü aktörün eşi acımış ve kapıyı açmış.
* Sanat tarihçisi Romeo Martinez'in dergisinde yer almak için tam 15 sene beklemiş.