Etin kilosu markette 50 lirayı
geçti. Üstelik Kurban
Bayramı haftasında...
Oysa eski tarım bakanımız daha
geçen yıl 30 lirayı aşmayacağının garantisini
vermişti.
Peki, nerede hata
yapıyoruz?
Geçen hafta çiftçiyi, çobanı,
hayvan üreticisini dinledim.
Bayramda ülkemizin önemli et
üretim merkezlerinden, sucuğun
vatanı Afyonkarahisar'daydım.
Biraz Antalya serüveninin
ardından memlekete, Sultandağı’na
geçtim.
Bizim ilçe küçük ama çok eski bir
yer. Selçuklu bakiyesi eserlerle dolu...
Akşehir ve Eber Gölü arasında,
Sultandağlarından beslenen mümbit topraklarda yetişmeyen ürün yok.
Fındık dâhil.
Hele bir kirazı var ki direkt Rus
pazarına gidiyor. Mürdüm eriği Avrupa ve Orta Doğu’dan alıcı
buluyor. Buna rağmen ilçe her geçen yıl nüfus
kaybediyor.
Öyle ki yirmi yıl önce 23 bin
civarında olan insan sayısı, 14 bine kadar gerilemiş.
BÜYÜKŞEHİR
'TASASI'
Bizim dedelerimiz, ilçeden uzaklaşıp hayvancılık için ovaya açılmışlar.
Bizim dedelerimiz, ilçeden uzaklaşıp hayvancılık için ovaya açılmışlar.
Ege'den İç Anadolu’ya doğru
uzanan uçsuz bucaksız tarlalarda asırlardır tahıl yetiştiriliyor.
Meralarda hayvancılık yapılıyor.
Ne var ki köylere rağbet
kalmamış. Yeni nesil, gözünü şehir merkezlerine
dikmiş.
Nüfusu 2 binin altına düşmüş 559
beldeyi köye dönüştüren 2014 Büyükşehir Yasası işin tuzu biberi
olmuş.
İlçedeki altı belediyeden dördü
kapanmış. Onlardan biri de bizim
köy, Karapınar.
66 yıllık belediyeye kilit
vurulmuş. Sağlık ocağı, jandarma karakolu, halk kütüphanesi tarihe
karışmış.
Köyde kütüğe kayıtlı sayısı 12
bin. Yaşayan binin altında.
90'ların ortasında ilk ve
ortaokulda okuyan öğrenci sayısı 600 civarındaymış. Şimdi 20’ye
kadar gerilemiş. İki elin parmağı kadar...
Sokaklarda çocuk
kalmamış.
Sahipsiz birçok ev yıkılmış.
Hangi ihtiyarın hatırını sorduysam, "Biz buradaki son
nesliz" diyor.
On üç olan kahvehane, ikiye
inmiş. Onlardan birinde sohbet ederken bir kahvecinin, günlüğü yüz
liradan çalışacak eleman bulamadığı için kahvehanesini kapattığını
öğreniyorum.
İnsan olmayınca üretim nasıl
olsun?
ÇOBAN
BULAMIYORLAR
On beş yıl öncesine kadar 20 bin
olan küçükbaş hayvan sayısı, 2 bine düşmüş. Köylü, aylık üç bin
liraya çoban bulamıyormuş.
Toprak Mahsulleri Ofisi, buğdayın
kilosunu 80 kuruşa alıyor ama tohumluğu 1 lira 80 kuruşa
veriyormuş.
Vişnenin kilosuna 1,5 lira,
kayısıya 25 kuruş fiyat biçmişler. Üretici mahsulü dalda
bırakmış.
Mazotu, gübresi, sürmesi, ilacı
hepten perişan ediyormuş. Çiftçi kaldırdığı mahsulle kredi borcunu
ancak kapatıyormuş.
Tahıldan umudunu kesenler, bu
sene anason ekmiş. Çünkü kilosu 12 liradan
satılıyormuş.
Buğdayın tonu 800 lira, anasonun
12 bin lira. Tam on beş katı.
"Bu meret, toprağı çok
yoruyor, bitiriyor ama ne yapalım" diyor birisi
dertlenerek.
Bir diğeri "Azalan elbet
değerlenecek. Bak, koyun para etmiyordu. Üç kuzuyla bir Bağ-Kur
prim borcu yatırıyordum. Şimdi bir kuzu üç primi ödüyor"
diyerek umut vermeye çalışıyor.
Başkası "Hasan Emmi, o
koyunu yetiştirecek insan mı kaldı?" diye
soruyor.
Peki "Köye dönüş yapana kredi
veriliyor, genç çiftçi projesi var" diyecek oluyorum, müracaat
olmadığını öğreniyorum.
Viraneye dönmüş yolları
göstererek söze giriyor bir köylü: Buraya insan mı
gelir? Haberlerde yazıyorsunuz, Güneydoğu'daki köylere boydan boya
asfalt dökülüyor. Bize çok görüyorlar. Ne kaymakam uğruyor ne vali.
Ne olacak bu memleketin hâli?
Stres atmak için gittiğim köyden,
dert yüklenerek ayrılıyorum.
Üzülüyorum, göz göre göre gelen
bu yok oluşa.
Bizim köyün hikâyesi Türkiye'nin
küçük bir özeti.
Çünkü kırsal kesimde vaziyet
aşağı yukarı hep böyle.
Ve bu durdurulmazsa ucuz et de
hayal ekmek de…
Son çarşı pazar
uzmanı
Hadiseleri yalın ve anlaşılır bir
şekilde millete aktarma işidir gazetecilik.
Haber dilinde en temel ölçü,
sıradan bir okuryazarın anlayacağı seviyedir.
Akademik ve teknik dil okuru
boğar.
Özellikle ekonomi haberciliğinde
anlaşılırlık çok önemlidir.
Geçen hafta kaybettiğimiz
Milliyet yazarı Profesör Güngör Uras, iktisadı sade bir dille
aktaran nadir yazarlardan biriydi.
Meseleleri 'Ayşe Teyze’yle
anlatır, yazdığını herkes anlardı.
Güngör Hoca, Marmara İletişim'de
bizim ekonomi dersimize girmişti. Notu bol bir hoca idi.
Talebesinin 'yüz'ünü güldürürdü.
Detaya dalmaz, bir gazeteci
adayının ekonomiyle ilgili bilmesi gereken ana hatları belletmeye
çalışırdı.
Okuru için de bir öğretmen
gibiydi. Çarşı pazardan haber veren belki de son
iktisatçıydı...
Nur içinde yatsın...
Arşiv
tozu
Yüzleri tülbentlerle sarılmış,
ellerinde eldivenle temizlik yapan bu insanların mesleğini sorsam
ne cevap verirdiniz?
Çöpçü mü, hurdacı mı, kâğıt
toplayıcı mı, müstahdem mi?
Hafızanızda onlarca iş kolu
belirir de aklınıza 'arşiv uzmanı' gelmez.
Osmanlı Arşivleri, bir dönem işte
böyleydi. Çalışanları maraba gibiydi.
Öyle ki bir gün Sultanahmet
deposunda çalışırken bir kadın oğluna onları gösterip "Bak oku da
böyle toz toprak içinde çalışmak zorunda kalma" demiş.
Oysa o insanların hepsi
üniversite mezunuydu.
Arşivin sefilliğini çeken,
Osmanlı eserlerini derleyip toparlayıp bugünlere getiren uzman
kadronun yarısı alakasız kurumlara gönderildi.
Çok sayıda yazar, hatayı
makalesine konu etti. Ancak açıklama bile yapılmadı.