Döviz kurundaki akıl almaz artış
can sıkıcı.
Ekonomideki kötü seyrin sebep ve
muhtemel neticelerinin ne olduğunu yazmak bana düşmez.
Fakat her yirmi senede bir darbe
girişimi, her on senede ekonomik kriz yaşayan bir ülkenin vatandaşı
olarak "Biz bu filmi çok seyrettik" diyebiliriz.
Türk lirasının dolar karşısında
değer kaybetmesini "eyvah, yandık, bittik, batıyoruz" diye
değerlendirenler oldu.
Kimisi yaşadıklarımızı 2001
kriziyle mukayese etti.
Oysa biz neler gördük
neler...
İstikrarsızlığın istikrar olduğu
koalisyon günlerini,
Devletin zirvesinin birbirini
nasıl yediğini,
En yakın adamının, Başbakan’ın
altını oyduğunu,
Askerin ekonomiyi hiçe sayıp
siyasete parmak salladığını,
IMF Türkiye Masası Şefinin en
itibarlı kişi kabul edildiğini,
‘Yaklaşan tehlike’yi fark edip
parasını dövize yatıran Merkez Bankası başkanını,
Gecelik faizin yüzde 7500’lere
tırmandığını,
Enflasyonun yüzde 70’i
bulduğunu,
Doların bir haftada iki katına
çıktığını,
Ekonominin yüzde 8
küçüldüğünü…
Gördük ve yaşadık...
Bugün ister beğenin ister
beğenmeyin, en küçük çatırtıda çökecek bir hükûmet
yok.
Siyasi istikrarsızlık
yok.
En önemlisi o fitneci basın
yok.
Ekonomi dediğiniz şey zaten güven
işi.
Medyanın ‘battı, batıyor’
haberleriyle tedirginlik oluşturup vatandaşı banka önlerine
yığdığını, kazancına kazanç katan patronlarının ne ocaklar
söndürdüğünü çok iyi hatırlıyoruz.
Eski velveleci ekip olsaydı
doların çiftetelli oynadığı gün ortaya bambaşka bir ülke tablosu
çıkardı.
Ama hiç yeise
kapılmayın.
Krizler aynı zamanda iyi bir
fırsattır.
Avrupa ile sorun yaşamasak Afrika
açılımına gerek duyulur muydu?
Rusya krizi olmasa yeni ve uzak
pazarlara açılır mıydık?
Su akar, yolunu
bulur.
Türkiye kendi yolunu
bulacaktır.
Çeyrek
yüzyılımız
Devlet içindeki çeteleri,
devletin üstündeki Çekiç Güç’ü konuştuk yıllarca.
Sonra Susurluk’u.
Ardından 28 Şubat sürecinin
içinde bulduk kendimizi.
Devamında büyük bir ekonomik
krize battık. Tam işler düzeldi derken başka darbe planlarına şahit
olduk.
27 Nisan bildirilerini, kapatma
davalarını bertaraf ederken Ergenekon’a, Balyoz’a
daldık.
MİT kriziyle aklımızı başımıza
aldık.
Derken 17/25 kumpası
patladı.
‘Çete’leri temizlediğini
söyleyenlerin asıl kendilerinin çeteci olduğu ortaya
çıktı.
Ki bu çeteler 15 Temmuz darbe
kalkışmasına yeltendi.
Çeyrek yüzyılımız, hep böyle
ekonomik ve siyasal mücadelelerle geçti.
Sonuçlar hep sebepleri
doğurdu.
Sebeplerse
sonuçları.
Ama her olan, hayırla
neticelendi.
Bundan sonrası da öyle
olacaktır.
Kaht-ı rical nedir, bilir
misiniz?
Osmanlı Arşivleri, Başbakanlığa
bağlıydı.
Yeni sistemle birlikte Devlet
Arşivleri Başkanlığı kuruldu ve Osmanlı Arşivini de içine alan
kurum Cumhurbaşkanlığına bağlandı.
Bu sırada 250 kadar personel
başka kamu kurumlarına dağıtıldı.
Kimisi SGK’ya... Kimi Tapu
Kadastro’ya... Kimi de Devlet Tiyatroları’na...
30 yılını belge okumakla
geçirenler, kendini hiç alakasız yerlerde buldu.
Kanunî devri belgelerini günümüz
Türkçesine aktaran kaç uzman var ki Allah aşkına?
Bu insanlar kolay
yetişmiyor.
Onları alakasız yerlere ve pasif
görevlere çekmek devletin de zararına değil mi?
Ya da Osmanlı Türkçesiyle
söylersek, arşiv konusundaki “kaht-ı ricalimizi” (yetişmiş adam
kıtlığını) daha da arttırmanın âlemi var mı?
Kurban
uygulaması!
Cuma hutbesinde imam yaklaşan
bayrama atıfta bulunurken şöyle dedi:
"Hazreti Âdem'den bu yana devam
eden kurban uygulaması..."
Mübarek sanki android uygulaması.
Kurban dediğin ibadet.
Baktım, meğer tüm yurtta okunan
hutbeymiş.
Cümlenin devamında 'ibadet'
denilmiş ve kelime tekrarına kaçmamak için 'uygulama' denilmiş ama
bu tam karşılamıyor ki.
Hoş, bir cuma günü "Niyetlerimizi
resetleyelim muhterem cemaat" vaazını duymuşluğum da
var.
'Sağ'da fikir mi
bitti?
Fikir dergilerini oldum olası
severim. Çünkü farklı şeyler arayanlara sığınaktır.
Geçen gün ünlü bir kitapçı
dükkânına gittim.
Yeni çıkanlar, çok satanlar
derken dergilere göz gezdirdim.
Kafa, Kafkaokur, Masal, Ot,
Ayarsız, Trip, Bavul, Cins...
Raflar ilginç isimli dergilerle
doluydu.
Son birkaç yılın trendi A5
büyüklüğünde, ikinci sınıf kâğıda basılmış, ünlülerin yazdığı
dergiler.
Gerçi bu tarzı 2000'lerin başında
ilk defa “Gerçek Hayat” başlattı. Ama 'sol' yapımlar farklı noktaya
taşıdı.
Öyle ki raftakilerin sadece biri
sağ tandanslıydı...