İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan, 15 Temmuz gecesinin kahramanlarından biriydi.
Kalkışmayı duyar duymaz köprüye koştu. Direnişi makam odasından değil, ateşin ortasından yönetti. Koruması şehit oldu.
Sonra yaşadıklarını kaleme aldı. Çalışkan'ın "Millî Vuruş" isimli kitabını bir solukta okudum.
Zaman zaman gözlerim doldu, tüylerim diken diken oldu.
Satır aralarında, gelecek nesillere ders diye okutulacak detaylar var.
İşte onlardan bazıları:
-Herhangi bir yerden darbe olacağına ilişkin bilgi almadık. Bunu, FETÖ'cülerin hâlâ en kritik noktalarda aktif görev yapmalarına bağlıyorum.
-Askerî makamlar 31 Mart 2016 tarihinde MOBESE kameralarına erişim imkânı talep etti. Bunun arkasında başka bir düşünce olduğu kanaati oluştu bizde.
-2015'in Ekim ayından beri 15 günde bir şehrin 200 ayrı noktasında "Yeditepe Huzur" uygulaması yapılıyordu. Bu sayede birçok saldırı engellendi. Tevafuk bu ya, 15 Temmuz gecesi de uygulama vardı. Bu mevcuda ek olarak 4-5 bin polisin alanda hazır olması demekti.
-O gece İstanbul Emniyet Müdürü olarak bir yerden emir bekleyip iki saat gecikseydim, inanın İstanbul'da durum çok farklı olurdu.
-Bir insana 'öl' emri vermek kolay iş değil. Ben o gece belki 10'un üzerinde rütbeli, rütbesiz personelime 'Kardeşim git, gerekirse öl ama oradan tank geçmeyecek' şeklinde emir verdim.
-15 Temmuz hayra vesile oldu. Hiçbir iktidar üç dört bin kurşun asker, hâkim ve savcıyı, 14-15 yılda çekip alamazdı.
-Bir vatandaş Aksaray'da tedbir amaçlı beklemekte olan müdür yardımcımın yanına gelip, o noktada derdest edilen darbeci Yarbay Osman Akkaya'nın telefonunu teslim ediyor. Böylece darbecilerin WhatsApp yazışmaları ele geçiriliyor. Grup sadece İstanbul'la ilgili değildi. Yazışmalar Ankara, Çorlu, Gelibolu gibi diğer yerlerle ilgili bilgileri de içeriyordu. Devam eden yazışmaları takip edip tedbir aldık. Turkcell vasıtasıyla yerlerini tespit ettik. 50 kişilik WhatsApp grubunun ele geçirilmesi Allah'ın bir lütfuydu.
-Tanka karşı elimizde ateş edecek sadece beylik tabancamız, MP-5 silahımız ve sadece bir tane "kobra" aracımız vardı.
-Salaların okunduğu vakitler bize ilaç gibi geldi.
-Allah'tan zerre kadar korkan biri buna 'senaryo' diyorsa ya aklı ile ilgili bir sıkıntısı var ya da başka bir derdi.
-Kendimi bir yılda ancak toparlayabildim. Ne zaman 15 Temmuz'la ilgili bir görüntü izlesem, nerede sohbete konu olsa, o geceye ait kafamdaki her anı yeniden canlanıyor.
Ceset torbasının içinde gazetecilik
Geçen hafta Çorlu'da tren kazası oldu. 24 vatandaşımızı kaybettik.
Olay duyulur duyulmaz İstanbul'daki kurtarma ekipleri gibi muhabirler de yola çıktı. Onlardan birisi de İHA muhabiri Ahmet Faruk Sarıkoç idi.
Ahmet Faruk, aynı zamanda iyi bir drone operatörü.
İnsansız hava araçları, artık tıpkı fotoğraf makinesi, kamera, ses kayıt cihazı gibi gazeteciliğin olmazsa olmazı.
Bütün yayın kuruluşları, sıcak takipleri drone ile yapıyor. Ne var ki, Ahmet'in cihazına Çorlu'da savcılık kararıyla el konmuş.
Beni görünce dertlendi:
"Abi herkesin sıkıntısını anlatıyoruz, kendi derdimizi dile getiremiyoruz" diye söze girdi ve anlattı:
“O gün çamurda bata çıka, sırtımdaki ağır malzemelerle birlikte 10 kilometre yürüdüm. Trenlerin havadan görüntüsünü kaydederken, cihazıma 'yayın yasağı var’ denilerek el kondu. Oysa indir denildiğinde indirdik.
O kadar zor şartlar altında görevimizi yapıyoruz ki. Gece kaza bölgesinde ısınmak için ceset torbalarının içine girdik. Sabaha kadar böceklere yem olduk. Bir küçük haber, görüntü alma uğruna titredik.
Hadi bunlar mesleğin cilvesi. Cihazımın alınması kabul edilebilir gibi değil.
Ertesi gün akşama kadar adliye koridorunda kapı kapı dolaştım. Şüpheli sıfatıyla ifade verdikten sonra drone’u alabildim.
Sadece ben değil. DHA'nın hava aracına, NTV'nin kamerasına da el konulmak istendi. Biz işimizi yapıyoruz ve savcılarımızdan anlayış bekliyoruz.”
Eleştireniniz bol olsun hocam
İki binlerin başı…
Gazetecilikle ilk yıllarım…
Ülkeyi koalisyon hükûmeti yönetiyor.
Bir gün masa telefonum çaldı. Arayan Millî Eğitim Bakanıydı.
DSP'li Bakan Necdet Tekin üniversitelere sınavsız geçişle ilgili haberimi okumuş.
Öyle detaylı yazmıştım ki, çok hoşuna gitmiş. "Gazetelere baktım, senin kadar meseleyi iyi anlatanı olmamış" dedi. Tebrik etti, başarılarımın devamını diledi.
Benim için büyük moral kaynağı oldu. Eğitim konusunda yıllarca dosya haberler hazırladım.
***
Dört beş yıl kadar önceydi. Yine bir sistem değişikliğine gidildi.
Çıkardım biriktirdiğim notlarımı.
Hangi bakan ne yaptı, Millî Eğitim nasıl yap-boz tahtasına döndü bir bir anlattım. Zerre yalan, çarpıtma yoktu.
Maksadımız yapıcı eleştiriydi.
Ne oldu biliyor musunuz?
Eğitim muhabiri arkadaşımızın bakanlığa girişi yasaklandı. Oysa habere imza atan bendim.
Ondan sonra kızdım, eğitim haberleri yazmayı bıraktım.
***
Millî Eğitimin başına, liyakatli bir isim getirildi.
Prof. Dr. Ziya Selçuk'un güzel işler yapacağından şüphem yok.
Evlatlarımız sınav sisteminde savrulup duruyor. Ders kitapları olmuş dert kitabı.
Selçuk'un işe "Talim Terbiye"den başlamasını arzu ediyor, "Yapıcı eleştireniniz bol olsun hocam" diyorum.